31 Aralık 2012

2012'nin Son Yazısı







 
2012 güzel bir yıl oldu sanki. Daha doğrusu farklı bir yıl.
İşe başladım. Çalışan bir anne olmanın tüm duygularını tattım.
Düzen oturtmakla geçti bir süre.
Bambinonun yeni düzene alışması ile.
Yılın en güzel getirileri yeni yerler görmek oldu.
Yepyeni mekanlar, farklı insanlar, gezmece, görmece.
Uzun tatiller, dostlarla buluşmalar, yeni yerler keşfetmeceler.
Çok iyi geldi bana, bize, hepimize!
Çok şükür önemli bir sorun yaşamadık.
Allah kimseye dermansız dertler vermesin.

2013 tek sayı olduğu için midir nedir, biraz soğuk geliyor bana.
Şimdilik.
Elbet alışırım ona da :)
Dilerim beraberinde hep güzellikler getirir.
Gönlümüzden geçen dileklerin en hayırlı olanlarının gerçek olmasını diliyorum yeni yılda.
Sevgiler
XX

Foto


DEVAMINI OKU

20 Aralık 2012

Bambinonun Bir Gecesi Bir Akşamı


Salı gecesi 5'te uyandı Bambino.
"Anne, mavi jipimi buraya getir"
"Tamam, getireyim oğlum. Neredeydi jipin?"
"İçeride."
"Tamam, gidip getireyim."
"Ben de gelicem seninle."
"Peki gel, birlikte gidelim."

Salona geldik, etrafta mavi bir pollis arabasından başka jip gibi bir araba yok.
Bambinonun araba sayısı çok olduğu için hangi arabadan bahsediyor anlamadım.
Sırasıyla bütün odalara girip mavi jip aradık.
Ama bulamadık.
O zaman dank etti bende.
Bambinonun mavi jipi yok ki! :)
Rüya görmüş bizimki.
Ama öyle ısrarlı istiyor ki!
Rüya görüdğünü ve aslında mavi jipinin olmadığını söylemedim kendisine.
Ama ilginç bir şekilde farkına vardı Bambino.
Ve şunu söyledi:
"Anne, hadi pazara gidip mavi jip alalım."
"Pazar şimdi kapalı oğlum, sabah olup açılınca gideriz."
"Hayır, ben şimdi pazara gitmek istiyorum."
"Pazarcı amca ve teyzeler evlerinde uyuyorlar. Sabah olunca uyanacaklar, kahvaltı edip giyinecekler ve pazara gelecekler. Ancak o zaman gidebiliriz."
"Biz şimdi gidelim anne."
"Hem sen bugün arkadaşlarınla görüşeceksin (Mahalledeki kreşin gösterisine davet etmişler bakıcı teyzesi ve Bambinoyu). Belki orada oyuncaklar arasında mavi bir jip görürsün."

Biraz daha konuşunca ikna oldu Bambino.
Bir süre sonra yatağa gittik ve uyumaya devam ettik.
O vakitte yatınca sabah geç uyandık tabi :)

Öğlen işyerinin civarındaki oyuncakçılarda fellik fellik mavi jip aradım.
Bir keresinde alışverişe gittiğimizde markette uzaktan kumandalı mavi bir jip görmüştü Bambino.
Muhtemelen bahsettiği jip oydu.
Ama benim uzaktan kumandalı araba almaya niyetim yoktu :)
Biraz büyük bir araba olsun yeterdi.
Çek bırak cinsinde olabilirdi.
Mavi olacaktı, orası kesin.
Kapıları da açılsa iyi olurdu.
Ama bu kriterlerin tamamını karşılayan bir araba yoktu dükkanlarda.
Hiç almamaktansa yaklaşık bir araba almaya karar verip mavi büyük bir jip aldım (kamyonet gibi daha çok).


Akşam eve geldim.
Bizimki açtı paketi, mavi jipi görünce sevindi (Tam kafasındaki gibi olmadığını anladım ama o da "Hiç oyktan iyidir" diye düşündü sanırım :P )
Hava soğuk ama rüzgarlı değildi.
Dışarı çıkıp mavi jipi sürmeye karar verdik.
ODTÜ'ye gittik.
Arabaya bir kablo bağlayıp (ip bulamayınca kablo bağladık :P ) Bambinonun eline verdik.
Bütün gece sürdü jipini ODTÜ'de.
Stadyuma girdik.
Merdivenleri bir bir çıktı bizimki.
Ortam tenha, ODTÜ güzeldi.
Biraz üşüyünce sıcak birşeyler içmek için çarşıya gittik.
Ben sahlep içtim, Bambino bir bardak sıcak süt, kojo da yemek yememiş olduğu için en çabuğundan bir menemen istedi.
Bana getirilen tarçını Bambino kahve diyerek sütünün içine döktü. Tarçını çok sevdi. Ama adını kahve diye biliyor :)
Koca bir bardak sütü tarçının hatırına içti Bambino.
Ama nasıl içti?
Küçük çay kaşığı ile!
İç iç bitmedi tabi.
Ama azimli bizimki.
Dükkan kapanana kadar içti hepsini.
Sadece son yudumu bana verdi.
Karnı şiştiği için sanırım :)

Sonra dışarı çıktık.
Arabaya kadar jipini sürdü yine Bambino.
Arabaya gelince de "Ben arabayla gitmek istemiyorum, yürüyerek gitmek istiyorum" diye tutturdu.
Son zamanlarda bunu çok söylüyor.
Biraz daha oynamasına izin verdik.
Sonra kendi isteğiyle oturdu arabaya.
Ve evin yolunu tuttuk.
Eve gelince ilk iş dükkandaki abinin verdiği magneti buzdolabına yapıştırmak oldu.
İkinci iş de direkt yatağa gitmek :)
"Çok sevindim ben" diye diye uyudu yavrum. :)
DEVAMINI OKU

18 Aralık 2012

Bu Aralar


Bu aralar boşlukta sallanıyorum a dostlar.
İçimde bir boşluk var, tarif edilir gibi değil.
Devamlı yemek yiyesim var ama aslında hiç aç değilim.
Elime geçeni yiyorum, ne olduğu fark etmez.
Çok susuyorum ama elim su içmeye gitmiyor bir türlü. 
Nasıl bir tezattır bu!
Monoton rutin hayatımız devam ediyor, çok şükür.
Böyle boşlukta sallandığım anlarda çoğu işin otomatik pilotta olması iyi olabiliyor bazen.
Mesela sabah bakıcı teyze geliyor, Bambino bütün gün onunla. 
Benim Bambino hakkında bir karar vermeye ya da birşeyler yapmaya ihtiyacım yok. 
Böylece gün içinde bol bol boşluğumda sallanabiliyorum rahatça :)

Geçen hafta İstanbul'a gittim geldim, günübirlik. 
Koşturmacayla geçti zaman.
Değişiklik oldu ama, eski İstanbul'da güneşin batışını ve manzaranın muhteşemliğini kısa bir an için bile izlemek, o havayı solumak iyi geldi.
İlk defa eve Bambino uyuduktan sonra girdim. Geldiğimde geceyarısını geçmişti vakit.
Babası uyutmuş bizimkini, daha doğrusu 11'den sonra sızmış kalmış.
M.e.me olmadan daha rahat ediyor sanki Bambino, ben varsam aklı devamlı emmekte :)

Yeni bir yıl yaklaşıyor, yeni bir dönem başlıyor.
Bense aheste aheste bakınıyorum.
Hiçbir şey yapmadan.
Yeni yıl için hevesli değilim, umut dolu ya da büyük talepleri olan biri de değilim.
2012 güzeldi. Sevgi, mutluluk ve huzur dolu bir yıl oldu ailevi bazda.
Yeni yerler keşfettim, değişik dünyalarla tanıştım.
Çok şükür, bin şükür.
2013 için de yine yeni yerler diliyorum, bol gezmeli bir yıl olsun.
Sevgimizin büyümesini diliyorum, çoğalmasını.
Huzur ve sağlık diliyorum, herkes gibi.
Barış diliyorum, bilinçlenmek diliyorum.
Üretkenlik ve farkındalık diliyorum.
Yüksek enerji diliyorum ve de.

Yeni yıl yazımı da araya kaynatıverdim :))

İlginç rüyalar görüyorum bu ara. Film gibi. Uzun, upuzun.
Birşeyler yapmak istiyorum ama elim gitmiyor.
Sadece seyrediyorum etrafımda akan hayatı.
Yorum katmadan, sadece izliyorum.

Dün Zeugma'nın Mayalarla ilgili yazısını okuduktan sonra düşünmeye başladım. Nereye gitti kocaman uygarlık? Acaba onlar uzaylı mıydı? Geldiler, gelişmiş bir medeniyet kurdular, tabletlerini bıraktılar ve tekrar kendi dünyalarına döndüler. Olamaz mı? Geriye sadece tabletleri kalmış, gerisi yok. Tabletlerini çözmek yüzyıllar almış. Yaptıkları kehanetler hep tutmuş. Binlerce yıl önceden bahsediyorum. Vay be! Sonra kendime dönüyorum: Senin buradaki 70-80 yıllık ömrün ne ki? Zaman çizgisinde bir saniye bile etmezsin. Kim bilir senden önce kaç bin nesil geçti ve senden sonra kaç bin nesil geçecek bu hayattan? Elbet sonu gelecek bu dünyadaki hayatının. Ve hayat akmaya devam edecek sen yokken de. Yeni bin yılın ilk zamanlarını yaşamak değişime şahitlik edeceğin anlamına gelebilir. Bir dönüşüm yaşanacak ve bakalım sen neler göreceksin bu dünya gözüyle? Ama sonra bir bakmışsın, sen de gitmişsin. Bir varmışsın, bir yokmuşsun. 

Karamsar değilim bunları düşünürken.
Çelik gibi soğukkanlıyım.
Gerçekçiyim.
Dünyada ölümden başkası yalan dememiş mi sanatçı? :)
Öyle.
Müthiş bir evrensel mekanizmanın bit kadar da olsa bir parçası olabilmek müthiş bir duygu aslında.
Keşke daha çok düşünebilsek.
Keşke daha çok kendimize dönebilsek.
Keşke günlük rutinimiz bu kadar yoğun olmasa.
Omuzlarımızdaki yük hafiflese.
Birbirimize "Günaydın" derken gözlerimizin içine baksak, hızlıca söyleyip geçmesek.
Daha yavaş, daha sindire sindire yaşayabilsek.
Daha farkında olsak evrenin, doğanın, kainatın.
Daha çok merak edip daha çok öğrensek.
Ve daha çok paylaşsak.

DEVAMINI OKU

13 Aralık 2012

Stil Nedir?

http://www.insideoutstyleblog.com/wp-content/uploads/2012/12/style.jpg 
Çok severek takip ettiğim Imogen Lamport'un sözünü hatırlatmak istiyorum:

Stilinizi anlamak kendinizi keşfetmektir. Kim olduğunuzu daha çok bildikçe bunu görünüşünüz yoluyla daha iyi ifade edebilirsiniz
DEVAMINI OKU

12 Aralık 2012

Kayda Geçsin: 12.12.12 :)

 

Rakamlarla oynamayı severim. Güzel tarihlere denk gelmek hoşuma gider.
Yeni yüzyılda 01.01.01 ile başlayan güzel tarihler bu yıl 12.12.12 ile son bulacak. Ta ki bin yıl sonraya kadar. 
1 Ocak 3001 günü tekrar yaşanabilecek ancak. Sanırım bize kısmet olmayacak onu görmek :P

Ancak diğer yıllarda olmayan durumlar var bu yıl. 12.12.12'ye atfedilen gizemli anlamlar. 12.12'de başlayıp 21.12'de sonra erecek olan bir fırsatlar penceresinden bahsediliyor. 21.12'de herşeyin biteceğini söyleyenlere aldırmıyorum, gülüp geçiyorum ama enerji boyutu olarak yeni bir boyuta geçeceğiz diyenlere biraz kulak veriyorum. Sonuçta herşey enerjiden oluşuyor hayatta. Ve isteseniz de istemeseniz de bir başkasının enerjisi size yansıyor. Kendinizi soyutlamanız mümkün değil. Bu anlamda, bütünün bir parçasıyız. Nasıl ki kelebek etkisi ile en ufak olaylar büyüyerek çığ etkisi yaratıyor; hiç bilmediğimiz, hiç tanımadığımız insanların hayatlarına dokunuyor olabiliyoruz her an. 

Okuduğum ve anladığım kadarıyla bu tarihten sonra yeni bir bilinç seviyesine yükselecekmiş insanlık. Ancak herkes bundan nasibini farklı miktarlarda alacakmış. O nedenle kişisel olarak bilinç seviyemizi yükseltmeli, farkındalığımızı artırmalı ve yeniliklere açık olmalıymışız. Aslında bu söylenenler hayatın her anında yapılabilir. Kendini tanımak, bu dünyada neden var olduğunu sorgulamak, yaşam amacını keşfetmek ve bu yolda adımlar atmak her insanın yapması fıtratında olan şeyler. 12.12.12 tarihi bence bunlar için yaratılmış bir fırsat. Bir simge.

Bazıları işi ileri götürüp 12.12.12'nin rakamsal durumlarına anlamlar yüklemişler. İşte 2+1=3 eder, 3 rakamı 3. çakrayı ve yaratıcılığı simgelermiş. 12.12.2012'nin tüm rakamları toplamı 11 eder ve bu da gezegenler açısından çok güzel bir rakammış, üstelik iki tane 1'de oluştuğu için ekstra iyiymiş... Daha neler neler. 

Sonuç olarak, bugünü kutsallaştırmadan, sadece güzel bir tarih olduğunun farkında olmanın mutluluğu ile  içimden geçen dilekleri bir kez daha tekrar ediyorum ve 12.12.12'ye selamlar gönderiyorum :)
DEVAMINI OKU

4 Aralık 2012

Bambino 26 Aylık

 
Bambino 26 aylık oldu a dostlar :)
Artık karıştırmaya başlıyorum, sayılar giderek artıyor ve konuşurken 26 aylık yerine 2 yaşında demeyi tercih ediyorum. Böylesi daha kolay :)
Bambino hala emiyor, emerek uyuyor. Ben ortamda yoksam başının çaresine bakıyor. Mesela bakıcı teyzesiyleyken yatağına yatıp bir iki şarkıdan sonra dalıp gidiyor hiç naz yapmadan. Babasıyla ise toplu taşıma araçları ya da araba koltuğunda uyumayı tercih ediyor.
En sevdiği renk yeşil ve mavi.
Renkleri ve 10'a kadar saymayı biliyor.
İngilizce olarak 5'e kadar sayıyor. Ne yaptığını biliyor mu emin değilim ama :)
Hareket etmeye bayılıyor. Arabada giderken inip yürümek isteyebiliyor.
Her gün dışarı çıkıyor. Yağmur kar fark etmiyor ona.
Anne babayla iken çorba içmeye nazlanıyor. Sebze yemeklerine de ara sıra göz kırpıyor, dalgalı bir ilişki içindeler.
Ete düşkünlüğü eskisi kadar değil ama hala çok seviyor.
Karbonhidrat ihtiyacı hareket etme isteğiyle bağlantılı olarak arttı. Makarna, pilav, patates, hiç bir şey yoksa boş ekmek yiyor.
Kahvaltıda peynirli omleti seviyor.
Çok şükür iştahı iyi.
Uykular parçalı bulutlu.
Pedalsız bisiklet aldık geçen ay, I.mag.in.ar.i.um'dan, Ne.om.o.t.o model. Kendi başına inip binebiliyor, çok sevdi. Hava iyiyse dışarıda, diğer zamanlar evde sürüyor.
 
9 parçalık bir yapboz aldım ama henüz tam yapamıyor. Evde Tet.h.y.s'in tamamlama kartları var, onlara da ilgi göstermiyor henüz.
El sanatları olayına da henüz girmedik, biraz daha bekliyorum. Belki gelecek ay başlarız.
Küçük araba koleksiyonu her geçen gün artıyor. Kamyonlar, arabalar, çekiciler, tırlar, tankerler... Ev araba doldu. Hepsinin kimden geldiğini biliyor, her arabanın özelliklerini biliyor. Her gün bir yada birkaç tanesini yatağa götürüyor, birlikte uyuyorlar.
Yine te.t.hy.s'in araç kartları var evde. Küçüklüğünden beri çok seviyor. Elinde paralandı resmen, kartonları yırtıldı, kutunun kapağı kıvrıldı:
Evdeki ıvır zıvırla oyanamayı hep sevdi, hala seviyor. Geçen gün bakıcı teyzesi kendine 5'li iplik seti almış. Bambino elinden düşürmedi 3 gün boyunca. Tabi sonunda hepsi kayboldu :)) 
Mutfaktaki silikon fırça ve spatula en sevdiği aletlerden. Sepetine koyup bütün evde gezdiriyor onları.
Legoları seviyor bir de Bambino. Kule yapıyor, merdiven yapıyor, hayvan yapıyor. Bu aralar sulama kovası yapma derdinde. Eline ne geçerse şöyle bir şekle sokup "Sulama kovası yaptım" diyor :)

Konuşma konusunda oldukça başarılı bizimki. Hele uykusuz kalırsa resmen çenesine vuruyor. Başlıyor eskilerden anlatmaya. Ne ayrıntılar çıkıyor, ne anılar hatırlıyor şaşıp kalıyoruz karşısında.

Hayali oyunlara da başladı. Babası sayesinde öğrendi onu da. Babası "Hadi şu yastık trafik ışığı olsun." "Hadi Bambino tramvay şoförü olsun." "Şu şu olsun, bu bu olsun" diye diye Bambino da olayı kaptı :) Kendi kendine oyun kuruyor, bizi de dahil ediyor. Doğaçlama oyun oynuyoruz akşamları. Dün akşam "Ben kırmızı ve yeşil ışık yapıyom" dedi mesela :) Kırmızı ışık yanınca duruyor, yeşil ışık yanınca geçiyor (var gücüyle koşturuyor ortalıkta :P)

Bu ara yeni kitap pek almadık. Evde Bambino daha doğmadan aldığım bir çoğu Tübitak yayınları olmak üzere bir yığın kitap var, evirip çevirip okuyoruz onları. Geçen ay aldığım tek kitap İş Bankası yayınlarının hareketli kitaplarından Hareketli İnşaat. Ona da iki kez ancak bakmıştır, sevmedi galiba, koydu kenara.
Haftasonları Mu.sic To.get.her müzik grubuna gidiyor babasıyla. Ben de genelde spora gidiyorum o vakit :) Orayı çok sevdiğini anlıyorum. Evde müzikleri dinlerken "Babba, biz seninle bunu söyledik" diyor, hatırlıyor hepsini. Her şarkıda yapılan hareketleri tekrarlıyor. Orada çok mutlu :)

Bir de indirim kuponu ile aldığım jimnastik olayı var Bambinonun. Haftaiçi Salı günleri oyun grubuna, haftasonu da jimnastiğine gidiyoruz. Orayı da çok benimsedi, gidince özgürce oynuyor, koşuyor, dans ediyor, evi gibi görüyor orayı. Her hafta başka bir jimnastik parkuru hazırlanıyor; takla atmaca, sürünmece, zıplamaca, denge tahtasında yürümece, her şey var :) Parkuru birkaç tur tamamladıktan sonra oyuncakları döküyorlar ortaya, bir süre de onlarla oynanıyor. Bambino tüm oyuncakları çözmüş bile, hepsini biliyor. Yer bize çok yakın olduğu için kolaylıkla gidip gelebiliyoruz. Neresi diye soranlara: Smile.kids.gym :) 

Babasının cep telefonundan kendi videolarına ve resimlerine bakmaya bayılıyor. Kojo eve gelir gelmez başlıyor: "Babba, L. ile Bambinoyu aç" Açana kadar başından ayrılmıyor babasının :) Amsterdam'da ve Londra'da gittiği yerleri, gördüğü insanları izlemek istiyor. Oraları anlatmamızı istiyor. En çok tramvay hikayelerini dinlemeyi seviyor. Babasıyla evde canlandırıyorlar hatta.

"Anne işe git" diyor sabahları artık. Sonra da ekliyor: "Ben anne için ağlamıcam"
Bilmiyorum, bastırıyor mu duygularını acaba? "Ağlayabilirsin oğlum, ağlamak iyidir, rahatlatır" diyorum. Bana cevabı "Ağlamak kötüdür" oluyor. Bakıcı teyzesinin telkinleri mi, yoksa 2 yaş sendromu belirtileri mi çözemedim. Ama ağlayacağı varsa bile kendini tutuyor sanırım. Ve bu hiç hoşuma gitmiyor, doğruya doğru. Elimden de birşey gelmiyor işte :(

Ona kızdığım zaman "Anne kızmadı, anne Bambinoyu seviyor" diyiveriyor. Ne diyeceğimi şaşırıyorum. "Evet seni seviyorum ama bu hareketine kızdım" diyorum. Yine aynı şeyi söylüyor: "Anne kızmadı, anne beni seviyor"... Çok hassas yavrum. 

Geçen akşam benim birikmiş stresim ve yorgunluğum Bambinonun bir hareketiyle gözyaşları olarak kendini gösterdi. Bambinoya kızmıştım, başladım ağlamaya. Beni ağlar görünce o da başladı ağlamaya. "Anne yavaş ol" dedi defalarca. Meğer "Anne, alçak sesle konuş" demek istermiş. Önce anlamadım, anladığımda ise daha çok üzüldüm. Neyse, ağlama seansı bitince biraz sohbet ettik ve Bambino uyudu. Ama o gece benim için çok kötü geçti. Onun yanında bağıra çağıra ağladığım için çok kızdım kendime. Onu üzdüğüm için çok üzüldüm ve yaşadıklarının kötü bir etkisinin üzerinde kalmamasını diledim. Sonra kendime döndüm, niye ağladığımı sorguladım. Altından ne çıktı biliyor musunuz: Ben yorgun ve uykusuz olduğumda dokunulmak istemiyorum. Kimse bana yaklaşmamalı öyle anlarda. Bambino da tam böyle bir anda uykusu geldiği için m.e.me emmek istedi doğal olarak. Ve ben başka birinin bana dokunmasından hiç hoşlanmadım. Çünkü emerken diğer eliyle de diğer m.e.me ile oynuyor bizimki. Bu durumdan kurtulamadığım için bir anda patladım ve ağlamaya başladım. Bambino neye uğradığını şaşırdı tabi. Olayı bu şekilde psikanaliz ettikten sonra ne yapabileceğimi düşündüm. Aklıma böyle zamanlarda birilerinin yanımda olmasının iyi olabileceğinden başka bir çözüm gelmedi. Belki Bambino başkası ile biraz vakit geçirirse ben o sırada biraz kendime gelirim, dinlenirim ve Bambinonun karşısına daha dayanıklı çıkabilirim. Tek üretebildiğim çözüm bu oldu. O da her zaman olamaz, biliyorum. Var mı önerisi olan?

Not: Oğluşum, tatlı fındığım, güzel kuzum, bu ayki yazının sonu pek iç açıcı olmadı, biliyorum. Ama bende kalsın istemedim. Hayat hep toz pembe değil. Ve ben annenin hissettiklerini bil istedim, eğrisiyle doğrusuyla. Her zaman yapmam bunu ben. Ketumum, evet. Ama bu sefer yazmak istedim. Öyle işte.
DEVAMINI OKU

3 Aralık 2012

Su

Bu sabah çok susar Bambino. Sabah uyanınca ilk istediği şey su olmuş, sonra da ara ara su içmeye devam etmiştir.

Sabah anneyi son m.eme emme seansından sonra "Bay Bay Anne" diyerek uğurlar Bambino.

Evde babasıyla birliktedir.

Tekrar susayınca babasının yanına gidip şunu der:

- Babba, sende sağ m.eme yok.

- Yok oğlum.

- Babba, sende sol m.eme de yok.

- Yok yavrum.

- Babba, o zaman su!

:)


DEVAMINI OKU

30 Kasım 2012

Uyku Alarmı

 
Bambinonun uyku düzeni tatilden geldiğimizden beri allak bullak oldu.
Bazı günler öğlen uyumuyor, geceleri ise 10 buçuk - 11'den önce yatağa girmiyordu.
Baktık olacak gibi değil, hiç bir şey yapamıyoruz akşamları.
Ne yaptıysak olmadı önce.
Babasıyla dışarıda enerji atmalar,
Evde enerji tüketmeler.
Yatmadan önce ılık sütler,
Uyku öncesi yavaşlama, sessizlik ve loş ışık ritüeli,
Banyo yaptırmak,
Yatmadan önce yemek yedirmek (tok olursa kolay uyur belki diye)...

Hiçbiri işe yaramadı.
Geçen hafta bir de şunu deneyeyim dedim ve bingo!
Telefonun alarmını kurdum.
İlk gece saat 10'a kurdum. Ki o saat bile Bambinonun uykusundan bir saat önce oluyor neredeyse.
Bambinoya dedim ki:
-Bak yavrum, birazdan uyku alarmı açalacak. Alarm çalınca uyku zamanı gelmiş oluyor. Işıkları kapatacağız, müziği kapatacağız, herkese iyi geceler diyip yatmaya gideceğiz.
Bana dedi ki:
- Yok, alarm çalmayacak (2 yaş sendromu belirtisi, her şeyin olumsuzunu söylemece)
- Tamam, eğer çalmazsa oyun oynamaya devam ederiz.

Sonra yine oyuna daldık birlikte. Kitap okuduk, lego oynadık, tramvay ve otobüs hikayeleri canlandırdık.
Saat 10'da alarm çaldı.
Dinledi Bambino.
Uzun uzun alarmı dinledi.
Ben de o dinlerken ışıkları söndürmeye başladım.
Radyoyu kapattım.
Bambino alarmla konuşmak istedi :)
Aldı telefonu eline "Alooooo" dedi uzun uzun.
Karşıdan cevap gelmeyince "Kapandı" dedi ve telefonu uzattı bana.

Sonra tıpış tıpış odamıza gittik.
Bambino itiraz etmeden yatağa yattı.
M.eme emdi ve sakince uyudu.

Bu kadar basitmiş!
Meğer Bambino bir sınır çizmemizi bekliyormuş.
Bu dönemin diğer bir özelliği: Ebeveyni denemek.
Kendi sınırlarını bilmek. Ebeveynin sınırlarını bilmek ve zorlamak :)
Olabildiğince sakin olmak ise anahtar nokta :)
Ne diyeyim, hepimize kolay gelsin!

Foto

DEVAMINI OKU

27 Kasım 2012

Meyve Sebzeleri Zehirden Arındırma Formülü

 
"Medeniyet tarımla başladı yine tarımla sona ereceğe benziyor. Genetiği değiştirilmiş ürünler, tarımda kullanılan pestisit ve herbisit gibi zehirli kimyasallar sadece toprakları mahvetmekle kalmıyor sağlığımızı da mahvediyor ve ekosisteme onarılması güç zararlar veriyor. Günümüzde bu kimyasallardan kaçış yok. Ne yiyeceğimizi ne içeceğimizi şaşırmış durumdayız.

Yediğimiz sebze meyvenin kalın kabuklu olanlarına bu zehirler giremiyor. Örneğin, kuru soğan, ceviz, fındık, kivi, muz, portakal gibi kalın kabuklu gıda maddelerini daha bir gönül rahatlığıyla alabilirsiniz. Tabii bunları yıkamadan soyarsak bıçak aracılığıyla içine yine de zehir bulaşmış oluyor.

Ama elma gibi meyveleri soyarak yersek kabuğundaki besin değerlerinden yararlanamıyoruz. Soymadan sadece yıkayıp yersek zehirleniyoruz.

Üzüm gibi kabuğu ince meyveleri,  bu zehirlerden nasıl arındırabiliriz? Nasıl dezenfekte edebiliriz?

İşte size formül:
Bir bardak su
Bir bardak sirke
½ limon suyu
Bir tatlı kaşığı kabartma tozu

Bunları karıştırın ve bir sprey şişesine doldurun. Meyve ve sebzelerinizi yıkadıktan sonra üzerine sıkın. Beş dakika bekleyin. Elmanızı kabuğuyla afiyetle yiyebilirsiniz. Marul, maydanoz gibi sebzeleri, üzüm, şeftali gibi meyveleri bu karışımın içinde beş dakika tuttuktan sonra gönül rahatlığıyla tüketebilirsiniz.
Afiyet olsun."
Kaynak
DEVAMINI OKU

23 Kasım 2012

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali 2012


Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali 5. yılında!


İlki 2008 yılında gerçekleşen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, 2012 yılında yine birbirinden ilginç
filmlerle sürdürülebilirlik konusunun farklı yönlerini irdeleyecek.

2012 Festivali, 29-30 Kasım tarihlerinde Beyoğlu'nda bulunan İtalyan Kültür Merkezi’nde ve 1-2 Aralık
tarihlerinde Karaköy'de bulunan Salt Galata'da gerçekleşecek. Bu seneki festivalde yine içinde yaratıcılık
ve çözüm barındıran birbirinden etkileyici filmlerle, konuşmacılar ve müzisyenlerle sürdürülebilirlik
kavramına ve dünyaya bütüncül bir bakış atacağız.

Günümüzde birçok birey ve kurum tarafından çokça kullanılan sürdürülebilirlik kavramının soyut ve
yoruma açık boyutlarına ışık tutan Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, neyin sürdürülebilir olduğu veya
olmadığına dair dünyanın dört bir yanından örnekler sunarak gerçek hikâyelerle ilham vermek amacını
taşıyor. Festivalin dikkate değer özelliği sadece filmleri ve filmlerin içeriği ile sınırlı değil. İzleyicileri,
konuşmacılar ve müzisyenlerle renkli etkinlikleri, bir buluşma zemini oluşturma işlevi, sürdürülebilirlik
hassasiyeti bulunan destekçileri ve düzenleme süreci açılarından da önemli bir örnek oluşturuyor.
Toplumun her kesimini bir araya getirerek birleştirici ve kapsayıcı olmayı başaran Sürdürülebilir Yaşam
Film Festivali'nde bir çiftçiyi, bir iş adamını, öğrencilerini toplayıp gelmiş bir öğretmeni, çocuğunun
gelecekte yaşayacağı dünyadan endişeli bir anneyi, akademisyenleri, aktivistleri yan yana otururken ve
fikir alış verişinde bulunurken görebilirsiniz.

Festivali gerçekleştiren Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi, çeşitliliğe değer veren açık ve esnek bir yapı
dahilinde yaşamı sürdürülebilir kılmak niyetiyle bir araya gelmiş bireylerin “yaşamı çoğaltacak” projeleri
kolektif olarak hayata geçirme amacıyla doğdu. Tamamen sivil bir oluşum olan Kolektif, film festivali gibi
"sürdürülebilir yaşam" konusuyla ilgili farkındalık arttırıcı çalışmaları, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi'nin
vizyonunu paylaşan bireyler ve organizasyonların desteği ve katılımıyla sürdürüyor.

Filmler:

A Passion for Sustainability / Sürdürülebilirlik Tutkusu, Agricoltori da Slegare / Çiftçilere Özgürlük,
Biophilic Design: The Architecture of Life / Yaşam Dostu Tasarım: Hayatın Mimarisi, Bonsai People – The
Vision of Muhammad Yunus / Bonsai İnsanlar – Muhammad Yunus’un Vizyonu, Cafeteria Man /
Yemekhanelerin Adamı, Carbon for Water / Su için Karbon, Delicios Peace / Lezzetli Barış, Education
For A Sustainable Future / Sürdürülebilir Bir Gelecek için Eğitim, Gundondu / Gündöndü, Indonesia's
Palm Oil Dilemma / Palmiye Yağı: Endonezya’nın İkilemi, Passive Passion / Pasif Tutku, Perma Kultcha,
Play Again / Yeniden Oyna, Sacred Economics / Kutsal Ekonomi, Sucumbíos Tierra Sin Mal / Sucumbíos,
Kötülüğün Olmadığı Yer, Seeds of Freedom / Özgürlük Tohumları, Surviving Progress / Kalkınmazedeler,
Switch / Şalter, Symphony Of The Soil / Toprağın Senfonisi, Taste The Waste / Çöpün Tadına Bak, The
Garden at the End of the World / Dünyanın Ucundaki Bahçe, The Light Bulb Conspiracy: The Untold
Story of Planned Obsolescence / Ampul Tuzağı: Kasıtlı Eskitmenin Anlatılmayan Öyküsü, The Man Who
Stopped The Desert / Çölü Durduran Adam, Waking The Green Tiger: A Green Movement Rises In China
/ Yeşil Kaplanın Uyanışı: Çin’de Yükselen Yeşil Hareket, Waste Not / İsraf Etme!, Watershed: Exploring
A New Water Ethic For The New West / Havza: Yeni Batı için Yeni bir Su Etiği Arayışı, Yasuni: A Wild Idea
/ Yasuni: Sıra Dışı Bir Fikir.

Ev Sahipleri:
İtalyan Kültür Merkezi ve Salt Galata

Festival Destekçisi:
Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği

Film Destekçileri:
Ökotek Çevre Teknolojisi ve Kimya Sanayi Ltd. Şti.
Avustralya Büyükelçiliği
British Council
L’Agence Française de Développement
Ariston Thermo Group

Hizmet Destekçileri:

Dinamo İstanbul (Tanıtım filmi desteği)
Katalist Tasarım Reklam ve Danışmanlık Limited Şirketi (Basılı materyal tasarım desteği)
OKI Sistem ve Yazıcı Çözümleri Ticaret Limited Şirketi (Basım desteği)
PRNET Medya Takip
N’PR Halkla İlişkiler

Ayrıca, işbirliğinden dolayı Yeşil Adımlar Çevre Eğitim Derneği’ne teşekkür ederiz.

Web: www.surdurulebiliryasam.org
Facebook: http://www.facebook.com/surdurulebiliryasam
Twitter: https://twitter.com/SYKolektifi
İletişim: info@surdurulebiliyasam.org
DEVAMINI OKU

22 Kasım 2012

Postcrossing - Kartpostallaşmaca

Zaman yönetimi konusunda kendimi geliştirmeliyim sanırım.
Günün nasıl geçtiğini ve yapmak istediklerimin çoğunu nasıl yapamadığını anlayamıyorum.
İpin ucunu kaçırdığım bloglar ve sosyal medyayı (twitter ve instagram; facebook'a çok takılmıyorum) bir yerinden yakalama umudum her geçen gün azalıyor.
Yaptıklarımız, gezdiğimiz yerler, Bambinonun yaşadıkları kaynayıp gidiyor arada.
Haftasonu ilk defa pipetten içmeye başladı mesela.
Bu ara ne kadar hassas olduğunun belirtilerini gösteriyor.
Dün bir konuda kızdım kendisine; "Anne bana kızdı" dedi. Ardından da ekledi: "Anne beni sevmiyor"
Uğraş dur şimdi.
Sonra uyku saatleri feci kaydı, gece 10'dan önce uyumuyor. Dünkü gibi huysuzluğu tutarsa 11'i geçiyor uyuması. Sabah da m.emeler yataktan kalkınca o da kalkıyor, uykusu olmasına rağmen.
Haftasonu İstanbul'daydık, ateş almaya gider gibi gittik geldik.
Bambino vapura, tramvaya, taksiye, arabaya bindi. Bayıldı tabi.

Büyüdükçe babasına daha çok düşkünleşmeye başladı. Baba ortamdaysa hemen oyun oynamaya başlıyorlar. Salonun ortasında kocaman tren rayları ve dört değişik tren var. Biri pilli, ses çıkararak gidiyor. Ses beni deli ediyor tabi bir yerden sonra ama kapanmıyor, Bambino uyuyana kadar dönüp duruyor tren.
Sabah uyanınca genelde ilk sözü "Baba anlatmaya devam et" oluyor. Her fırsatta diyor bunu. Babası da başlıyor Amsterdam ve Londra macrealarını anlatmaya. Bizimki aralarda katkıda bulunuyor, her ayrıntıyı hatırlıyor olması şaşırtıyor bizi.
Bir de babanın telefonundan Bambino resimleri ve videoları ile Londra'daki arkadaşı L. ile olan videoları var, çok kıymetli onlar. Her gün izliyor, bakıyor, seviniyor.
 Gelelim bu yazının ana konusu postcrossing e.
Kendisi ile Hilal vasıtasıyla tanıştım. 
Bambino adına kayıt oldum ve 2 kişiye postkart göndermek üzere başvurdum.
Değişik ülkelerden insanlara kartpostal gönderdiğiniz ve gönderdiğiniz sayıda kartpostala sahip olduğunuz bir sistem.
Çok eğlenceli.
Posta kutusunu açınca fatura ve reklam ilanlardan başka birşey almak çok güzel :)
Bambinonun profilini görenler doğal olarak ona uygun şeyler göndermişler sağolsunlar. Her türlü kartpostal kabulümüz diye yazmıştım profile :)
Yukarıda gördüğünüz postkartlar ilk ganimetlerimiz. Rusya ve Hollanda'dan.
Bambino büyüyünce kendisine vereceğim hepsini.
Üyelik ücretsiz.
Çocuğunuz için güzel ve keyifli bir anı.
Tavsiye ederim :)
DEVAMINI OKU

9 Kasım 2012

Tünel

Amsterdam'dan dönüşte uçağımız öğleden sonraydı. Saatler de geri alınınca hava karardı tabi kısa zamanda.

Bambino hava kararmadan önce uyuyakaldı kucağımda.

Gözlerini açtığında hemen camdan dışarı baktı. Her yer karanlık tabi.

- Anne, uçak tünele girdi!

dedi.

:)
DEVAMINI OKU

8 Kasım 2012

Gittik Geldik

 
1 haftalık Amsterdam ve 10 günlük Londra gezilerini sağ salim ama hastalanmış bir şekilde tamamlayarak yurda döndük. Dönüşte 4 gün rapor aldım, böylece Bambino ile 1 hafta daha geçirdim. Bu hafta da işe başladım. Ayaklarımın geri geri gittiğini söylememe gerek yok sanırsam. Tam da iyileşemedim üstelik. Bambino da antibiyotik almaya devam ediyor.

Amsterdam:

Hollanda'ya daha önce 2 kere niyetlenmiş, tüm rezervasyon ve bilet işlerini halletmiş ama son dakikada çıkan durumlar nedeniyle gidememiştik. Kısmet bu zamanda Bambino ile gitmek varmış.

Amsterdam çok rahat bir şehir, canlı ve nezih. Ben çok beğendim. Parkları, sokakları, insanları çok güzel.

Fotoğraf makinemizi yer kaplıyor diye götürmediğimiz için sadece telefonlarımızla fotoğraf çektik. Bir ara birkaç tanesini koyarım umarım buraya.

Uzun uzun Amsterdam'ı anlatmayacağım. Bence Amstredam'ı gezmenin en güzel yolu herhangi bir durakta tramvaydan inip serbestçe yürümek. Merkezde birçok yer birbirine çok yakın, yürüme mesafesinde. Haritalar gözünüzü korkutmasın, yürüyün. Yürüyerek keşfetmek çok eğlenceli. Yol üzerinde dekorasyon ve giyim ile ilgili birçok butik göreceksiniz merkezde. Otantik eşyalar, objeler, kıyafetler ilginizi çekecek, onlara bakayım derken vaktin nasıl geçtiğini anlamayacaksınız.

Ünlü Rijksmuseum, Van Gogh Museum ve diğer müzeler yolunuzun üzerinde olacak. Benim listemde bunların dışında Anne Frank House vardı. Her daim kuyruk olan bu evi gezmek için kapanış saatlerine yakın saatler daha uygun. Kalabalık fazla olmuyor ve gezmek daha rahat oluyor. Hele kucağınızda 2 yaşında bir bücür varsa :)

Bir de klasik kanal turunu tavsiye ederim. Benim gibi gezmek için fazla vaktiniz yoksa ama önemli yerleri görmek istiyorsanız tekne turu tam size göre. 75 dakika süren tur boyunca kulaklıklarınız takıp geçtiğiniz yerlerin tarihini ve özelliklerini dinleyebiliyorsunuz.

Ben kursta iken Bambino ile babası Antropoloji Müzesi, Bilim Müzesi ve Hayvanat Bahçesini ziyaret etmişler. Onun dışında parklarda vakit geçirmişler ve Concertgebauw denen bir konser salonunda klasik müzik konserine katılmışlar. Bambinonun uykusu geldiğinde tramvaya atlayıp çevreyi keşfetmişler. Bambino da bu sırada uyumuş (Bizimki pusete oturmadığı için yanımıza puset alıp yük etmedik, sling aldık ama ona da neredeyse hiç binmedi).

Bu arada Evin Delisi'nin evini ziyaret etme şansına sahip olduk. Tuba çok güzel parçalarla donatmış evini, yakın zamanda da bloguna birkaçını yazdı. Buradan bakabilirsiniz. Çok zevkli biri, evdeki her parça çok hoş ve birbirine çok yakışmış. Ben o eşyaları biraraya getirsem öyle olmazdı eminim. Onun elinde bir keramet var. Nitekim kendisinin yemekleri de çok güzel :) Kedisi Homie ise Bambino'nun gözdesi oldu.


Evin Delisi ile birlikte yaptığımız Amsterdam pazarı ve Loods5 gezileri ise Amsterdam'daki bonuslar oldu benim için. Amsterdam pazarından vintage örtüler, tahta oyuncaklar, hediyelik eşyalar ve yiyecek aldık. Loods5 ise İkea'nın daha kalitelisi türünden kocaman bir ev dekorasyon mağazası. Şehir dışında bir yerde ama ulaşım çok kolay. Çok beğendiğim ama getiremediğim birçok şey oldu oradan.

Amsterdam dışında gittiğimiz diğer bir yer de Zaanse Schans kasabası oldu. Evin Delisi ile birlikte gittik buraya da. Eski Hollanda evleri, geleneksel kıyafetlerini giymiş insanlar, yel değirmenleri, peynir ve tahta ayakkabı yapım mağazaları gibi turistik açıdan güzel düşünülmüş bir yer bu kasaba.

Amsterdam'la ilgili aklıma gelen birşey daha: Bisikletlerin yayaya üstünlüğü var bu memlekette. Karşıdan karşıya geçerken her bir yöne bakmanız gerekiyor, bisiklet geliyor mu diye. Çok hızlı sürüyorlar ve bazen agresifler. Yaya iseniz çok ama çok dikkatli olmanız lazım.

Bir de çocuklar yürümeye başladıklarıından itibaren pedalları omayan denge bisikletlerine biniyorlardı, o dikkatimi çekti. Londra'da ise her çocuğun scooter'ı vardı.

Londra: 

Amsterdam'da 1 hafta geçirdikten sonra 45 dk süren bir yolculukla Londra'ya vardık. İnsanoğlu kuş misali sözü tam da buraya uyacak :) 45 dk içinde iklim, konuşulan dil, insan yapısı, görgü kuralları bir anda değişiverdi.

Londra'ya gelince evimize gelmiş gibi hissettik. Sevgili arkadaşlarımız S. v O. ve kızları L.'nin evinde misafirdik 10 gün. L. Bambinodan 8 ay büyük, abla yani :) Bambino ile bazen iyi, bazen hırgürlü ama çokça sevgi dolu anlar paylaştılar. Bambino L. olmadığı zaman onu sordu devamlı. Nerede ve ne yaptığını bilmek istedi. TR'ye geldiğimizden beri de "L. buraya gelsin, özledim ben onu" diyor yavrucak! S. teyzesinin leziz yemeklerinden yedi, O. amcasının arabasında keyifle oturdu, L.'nin oyuncaklarını sıkça sahiplendi. Sayelerinde çok güzel vakit geçirdik.

Londra'nın benim için en güzel yanı dostlara kavuşma kısmı. Anne ve Bebişi ve tüm dostlarla (isim vermeden yazmak garip geldi, isim vermek de istemedim şimdi, onlar kendilerini biliyor nasılsa) yeniden görüşmek, kaldığımız yerden devam etmek çok iyi geldi bana. Gerçi son bıraktığımızdan bu yana herkes ürediği için ortamda yetişkinden çok çocuk vardı, onlardan vakit buldukça iki üç kelam etmeye çalıştık ama gönüller birdi ya, gerisi mühim değil. Dostluklarla anlam kazanıyor hayat, yoksa çok yavan herşey.

Bambino açısından Londra tam bir cennetti! Bir yandan dost meclisinin içinde oluşu, diğer yandan ücretsiz müzeler ve içindeki sayısız aktivite Bambinoyu inanılmaz geliştirdi. Kalabalığı, güzel insanlarla olmayı seviyor bizimki. Hele içlerinde abi-ablalar varsa süper :) Müzelerdeki deneyim ise muhteşem: Tamamen çocuklar için düşünülmüş mekanlar, aktiviteler, makineler, yemekler. Dışarıda geçirdiğimiz zamanın %90'ı müzelerdeydik diyebilirim. Bilim Müzesi, Doğal Tarih Müzesi, Ulaşım Müzesi ve Çocukluk Müzesi gittiğimiz müzeler oldu. British Museum'a da gittik ama orada çocuklar için fazla birşey göremedik. Bir müzede hiç sıkılmadan saatler geçirebiliyor insan ve bir günde ancak bir katı gezebiliyorsunuz, düşünün artık! Hele Bambino sevdiği birşey olursa defalarca bakmak, incelemek ve oynamak istediği için zamanın nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil. Acıkınca ev yapımı yemeklerin olduğu restorana gidip birşeyler yedik ve sonra yine ortamlara geri döndük. Son günlerde Bambino iyice aşmıştı kendini, müzeye girer girmez kendi kendine keşfedip bize dönüp bakmıyordu bile. Acıktığı ve uykusu olduğu halde bile keşfetmeye devma ediyordu. Londra'da yaşamak bu açıdan çok güzel. Ben Ankara'da haftasonu yapılacak fazla birşey bulamıyorum. Aktivite bulmak için resmen saatler harcıyorum, bulduklarıma da bir dünya para veriyorum. Üstelik bir kısmı o parayı da hak etmiyor, zamanı da. Londra'da o kadar çok şey var ki, hangisine gideceğinizi şaşırıyorsunuz. Ve müzeler gezmekle bitmiyor. Üzülüyorum bu duruma, hayat gereksiz bir mücadele içinde geçiyormuş gibi geliyor burada...

Londra'daki bir günü kendime ayırdım. Bambino ve kojo bizim Londra'da yaşarken oturduğumuz mahalleyi ziyaret etmeye gittiler. Sonrasında Greenwich'i ve Denizcilik Müzesini gezmişler. Ben de biraz alışveriş yaptım. LSE'ye gittim. Covent Garden'da takıldım. Oxford ve Regent Street'e gidecektim ama bir baktım akşam olmuş bile.

Su gibi geçen 17 günün ardından anavatana döndük. Hasta olarak! Bambino antibiyotiğer başlamak zorunda kaldı, ben de ilaç almadan atlatmaya çalıştığım için hala cebelleşiyorum öksürük ve gıcık durumları ile. Yine de hepimiz için güzel bir tatil oldu. Tatil öncesi yaşadığımız şeyleri unuttuk, zaman yaralarımızı sardı, değişiklik ve yeni yerler görmek hepimize iyi geldi. Hele Bambinodaki değişiklikleri görmek çok şaşırttı bizi. Belki vize süremiz dolmadan bir gezi daha yaparız o tarafa, kim bilir! :)

DEVAMINI OKU

4 Kasım 2012

Bambino 25 Aylık

Bambino 2 yaşına hızlı bir giriş yapmıştı, 2 yaşının etkilerini hissetmeye devam ediyoruz :)

Sözel yeteneği inanılmaz gelişti, çok uzun ve anlamlı cümleler kurabiliyor. Ciddi ciddi sohbet ediyor insanlarla.

İnsanlarla muhabbet açma konusunda oldukça cesaretli ve girişken. Bizi götüren ve hiç tanımadığımız bir şoföre "Murat Amca, benim arabalarım cebimde" ya da "Biz buraya uçakla geldik" diyerek dakikalar süren bir sohbete başlayabiliyor.

Londra'da gece bizi eve bırakan Murat Amcası ile bizi neredeyse hiç konuşturmadı. Devamlı bir konu açtı, devamlı konuştu. Murat Amcası ile konudan konuya geçtiler.

Kendini güvende hissettiği ortamda kendi kendine keşifler yapıyor, oynuyor. Bizi unutup 5-10 dakika kendi kendine oynama becerisi 2 yaşının bir getirisi sanırım. Çok şükür bugünlere.

Gerçi hala anneyi tuvalete bile göndermeyecek kadar yanında ve elinin altında istiyor.
Geceleri çok parçalı uyuyor. Gündüz uykuları tek ve kısa sürüyor.
Anne varsa m.eme ile uyuyor hala. Onlarla arası çok iyi :)

Ortamdaki her konuşmayı kaydediyor. Hep böyleydi bu, ama artık bunu hemen belli ediyor. Yeni bir kelime duyduysa hemen kullanmaya başlıyor. Çok dikkat etmek lazım.

Sevdiklerine içten bir şekilde sarılıyor, öpüyor. Çocukların bu saf yönünü izlemek çok ama çok güzel bir şey.

Yeşil rengi maviye tercih ediyor artık.
Arabalarla oynamayı seviyor.
Kivi, elma, muz, mandalina severek yiyor.
Sebze ile arası orta.
Süt, yoğurt ve peynir yemeye çok düştü son zamanlarda. Özellikle süt içmeyi talep ediyor. Kahvaltıda biz yerken peynir yiyor.

Ortamda kendinden büyük çocuk varsa onları taklit ediyor. Onlardan çok çabuk ve çok fazla şey öğreniyor.

Parka gitmeye bayılıyor.

"Hadi gel oyun oynayalım" diyor gelenlere :) Oyuncaklarını göstermeye başlıyor hemen :)

Duygularının üzerinde duruyorum daha çok. Ona nasıl hissettiğini soruyorum. Hissettiklerini doğru anlamlandırabilmesi için ortam yaratmaya çalşıyorum. Düşündüklerinden çok duygularını doğru adlandırması önemli benim için.

Çokça ev kazası yaşıyoruz. Kafasını çarpıyor, düşüyor, takılıyor. Hepsi normal.

Londra'dan geldiğimizden beri hasta. İlk defa antibiyotiğe başladı yavrucak. Onu da içmek istemiyor. İkna ederek içiriyoruz. Şırınga ile veriyoruz. Verirken gözlerini kapatıyor, ağzını açıyor yavrum :) Sonrasında da hemen su teklif ediyorum.

Bizimle konuşarak bir konu hakkındaki düşüncelerini anlatıyor. İkna etmemiz gerekirse sohbet ederek ikna ediyoruz. Sohbet etme kısmı çok güzel. Bazen fikri değişiyor, bazen değişmiyor.

Amsterdam'da hava 5 derece iken üzerinde sadece badi olmak üzere dışarı çıkmak istedi. Pantolon yok, çorap yok, ayakkabı yok, mont yok, hırka yok, sadece badi. Baktım ikna edemiyorum "Tamam" dedim, "Çıkalım". Giysileri yanıma aldım ve odadan çıktık. Asansörle aşağı indik. Lobiden geçtik. Otelin kapısından dışarı çıktık. Ayağını beton kaldırıma değdirir değdirmez "Anne beni al" dedi :) Ve oracıkta üstünü giydi.
Yaşayınca daha kolay oluyor bazı şeyleri yapması :) Hepimiz gibi.

3 hafta birlikteydik Bambino ile. Anne-babanın yanında olması büyük bir nimetti Bambino için. İnanılmaz değiştiğini gözlemledik. Büyüdü, akıllandı, serpildi. Çok şükür.

Ama hala işe gitmemi istemiyor. Ağlayarak ayrılıyoruz sabahları :(
DEVAMINI OKU

10 Ekim 2012

Son Hafta Nasıl Geçti?

Bambino 2 yaşını devirdikten sonraki gün ateşlendi.
İlk defa inatçı bir ateş gördük.
Cuma öğleden sonra başlayan ateş ancak Pazar sabahı düştü.
Haftasonu hastanede geçti.
Tahlil verebilmek için taklalar attık.
Bambino İzmir'den gelen babannesine hiç pas vermedi, ilk gün hariç.
Devamlı beni istedi.
Sabah akşam durmaksızın saatlerce m.eme emdi.
Şimdi daha iyi ama hafif bir öksürük başladı.
Kış çayı aldım bugün, bir de kara turplu bal yapacağım. İnşallah iyi gelir.

Bana gelirsek: Günlerdir uykusuzum, yorgunum, enerjisizim. Bir olaya çok fena üzüldüm, Bambinonun hastalığı da üstüne geldi. Depresyona kıyısından girdim, çıktım.

Eve gelir gelmez üstüme çıkan Bambino ile uyuyana kadar yapışık yaşıyoruz. O uyuyunca ancak üzerimi değiştirip birşeyler yiyebiliyorum. Sonra da klasik ev işleri. Sabahları Bambino ben gitmeyeyim diye kırk takla atıyor, bağırıp çağırıyor. İçim parçalanıyor, bin parça halinde çıkıyorum dışarı. Keşke hep yanında olsam diyorum.

Bir de bu haftasonu çıkacağımız seyahat hazırlıkları var ama henüz el atamadım o konuya. Yok, dün biraz el attım ama kıyısından köşesinden.
Seyahat öncesi hastalık rutin oldu bizde. Bu sefer de şaşmadı düzen.
Yine yorgun argın bir şekilde gideceğim.
Umarım hemen toparlanırım.
En son istediğim şey hasta olmak.

İşte böyle sayın okur. Bu ara iyi haberler yok bizim cephede.
Haftasonu gidiyoruz. Daha önce görmediğimiz bir memlekete: Hollanda'ya.
Oradan da eski dostumuz İngiltere'ye geçeceğiz. Eski anıları yad edip Bambinoya havayı koklatmaya :)
Güzel bir enerji ile yeniden görüşmeyi umuyorum.
Şimdilik herkes hoşça kalsın.
Sevgiler.

Güncelleme: Dün akşam Bambinonun ayaklarına çaydanlık devrildi. İki ayağı da yandı. Neyseki su toplamadı. Apar topar soğuk suya koydum. Sonra da acile gittik. Orada da suya koydular, sonra da krem sürüp bandajladılar iki ayağını ve bir bacağını. Gece acıdan çok ağladı, inleye inleye uyudu. Olay anında "Birşey vardı, sürünce iyi geliyordu, neydi o?" diye çok düşündüm ama bulamadım. Bugün aklıma geldi: Yumurta akı. Yana yere sürünce iz bırakmadan iyileştirme özelliği var. Aklınızda olsun. Çok şükür ki daha beteri olmadı. Bir nazar var ama, hayırlısı...
DEVAMINI OKU

5 Ekim 2012

Çekiliş Var


 
Bu güzel sürprizli yumurtalardan kazanmak isterseniz sizi buraya alalım :)
DEVAMINI OKU

4 Ekim 2012

2 Yaşında, Aklı Başında

 
Öyle derdi annem, anneannem.
2 yaşında, aklı başında. Tekerleme söyler gibi söylerlerdi.

Bugün Bambino iki yaşına bastı.
Aklı başında artık :))))

Anneliğimin ikinci yıldönümü.
Doğum yaptığım günü en taze haliyle hatırlıyorum. Ne ilginç.
Hikayem burada.

İyi ki doğdun, iyi ki geldin oğlum.
Seni çok seviyorum.

Zaman su gibi, su!
Akıp gidiyor.
Biz de öyle.
Gün gelir 22 olduğunu da yazarım belki, görürüm belki.
Canım oğlum!

DEVAMINI OKU

28 Eylül 2012

Uyku

Bambino bu akşam ilk defa m.eme emmeden uyudu. Daha doğrusu ememeden.

Burnu çok tıkalıydı ve temizlememize izin vermedi.

Uykusu gelince yatağa yattık, m.eme emmeye teşebbüs etti ama tıkalı burnu izin vermediği için iki fırttan öteye gidemedi. Ben de ikisini aynı anda yapamayacağını, isterse emmeden uyuyabileceğini söyledim. İkna oldu.

Yan yana yattık. Ben ona şarkı söyleyip hikaye okudum. O da yanımda kah sağa kah sola döne döne bir 10 dk debelendi.

10 dk sonra bana bile uyku çökmüştü. Birlikte uyuyakaldık :)

Bir sonraki gün de aynı şekilde ama daha çabuk bir şekilde uyudu.

Ama sonraki günlerde burnu açılınca eski şartlara geri döndük. Emerek uyudu bizimki.

Olsun, önemli olan emmeden uyuyabileceğini görmüş olması, görmüş olmamız.

Gece uyandığında ise hala m.eme istiyor.

Gün gelir, o da biter. Biliyorum.

O yüzden acelem yok.
DEVAMINI OKU

27 Eylül 2012

Şiddet



Son yazımdan bu yana kafamda hep var olan düşünceler ve kaygılar iyice su üzerine çıkıp beni esir almaya başladırlar. Ben ki işyerinden otoparka bile giderken kendimi güvensiz bir ortamda gibi hissediyor, her an bir yerden herhangi bir anlamda şiddet/taciz görecekmişim gibi korkuyorum. Gerçek bu.

- Ülke gündeminden eksik olmayan şiddet/taciz türü kötü haberler bir şekilde algımız etkileyip bunları normalleştiriyor.
- İnsanlar hiç farkında olmadan geçmişlerinden gelen kötü anıların etkisiyle kişilik bozukluğu sergiliyor.
- Toplumu oluşturan bireyler patlamaya hazır birer ayaklı volkan.
- Her anlamda (illa fiziksel olacak değil) şiddet gören bireyler bunu virüs gibi diğerine bulaştırarak yayıyor.
- Geçmişle yüzleşip hesaplaşıp yoluna devam etmeyi seçenler çok çok az. Bu konuda bilinç yok, eğitim yok.
-Devlet politikaları her zaman olduğu gibi altyapısız, günü kurtarma peşinde olduğu için hastalıklı halimiz nesiller boyu devam edip gidiyor.

Bunlar benim kişisel düşüncelerim. 
Daha da var da içinizi karartmayayım daha fazla.

Dün Blogcu Anne'nin bir yazısını ve basında yer alan bir haberi okudum. Küçük bir çocuğun kendinden küçük başka bir çocuğa şiddet uygulayabilmesi (bunun için uygun ortamı  ve uygun zamanı sağlaması, bunun için bir PLAN yapmış olması) için mutlaka başka birinden şiddet görmüş olması gerekiyor. Çok üzücü. İleride anne baba olacak bu çocuklar büyük ihtimalle çocuklarına da şiddet uygulayacaklar. Belki hiç istemeden. Belki şiddet uyguladıktan sonra pişman olarak ama yine de bunu yapmaktan vazgeç(e)meyerek. Bu bir virüs. Bundan kurtulmak o kadar kolay değil. Bir kere bilinçli bir şekilde durumu kabullenmek ve psikolojik destek alarak geçmişle hesaplaşmak gerekiyor. Ülkemizde bu yönde bir toplumsal politika yok. Bireyler kendi kendilerine bulacaklar bu çözümü. Topluma yayılan bir farkındalık yaratma ve sorun çözme eğilimi olmadığı için de bu virüs nesilden nesile geçip gidiyor. Öfke dolu, şiddet dolu bir toplum olarak yaşamaya devam ediyoruz.

Bu sabah okuduğum biz yazı bütün hislerime tercüman oldu. Aynen buraya alıyorum:

"Uzunca zamandır çocuğun ceza ile “adam” edilemeyeceğini, ceza ile “adam edilmiş” çocuğun ise adam olamayacağını yazıyorum, çiziyorum, anlatıyorum.

Çocuk, ceza ile terbiye olmaz, diyorum.
Cezanın yıkıcı tesirinden bahsediyor, ceza alan ceza vermeye başlar, böylece ceza bir süre sonra şiddete dönüşür ve şiddet kısır döngüsü içinde aileniz acı çeker, diyorum.
Ama şiddet ruhumuza öylesine sinmiş ki bir bardak suyun içine damlayan bir damla mürekkep gibi, ayrıştırmak neredeyse imkânsız hâle gelmiş.

Hâlbuki çocuk, yetişkinden alacağı ceza korkusu ile değil, yetişkine duyduğu “güven” duygusu ile ancak “insan” olabilir.

Öğretmen ödevini yapmadı diye bir çocuğu sınıf içinde azarlasa, kolundan tutup dışarı çıkartsa, aşağılasa, belki bir sonraki sefere o çocuk ödevini yapar getirir ama o öğrencinin içinde tuhaf bir şekilde kopan, güven duygusudur. “Kendisine karşı güven duygusu kaybedilmiş bir yetişkin” dünyanın en iyi öğretmeni dahi olsa “insan” yetiştiremez, yetiştirse yetiştirse, belki iyi bir matematikçi, iyi bir mühendis, iyi bir bankacı yetiştirir o kadar.

Çocukluk yıllarında güven duygusunu yitiren kişilerin benlik yapıları kaygılı olur.
Kaygı ise birçok davranış bozukluğunun temelidir.

Anne babasının bu denli üzerinde baskı kurduğu çocuklara bakıyoruz; bazen “kimlik kaygısı” oluşmuş, bazen “sınav kaygısı”… Aslında kaygısızca sınava girse çok daha başarılı olacağı hâlde, sınav sonunda kendisine yönelen bakışlara nasıl karşılık vereceği düşüncesi, bildiği soruları bile yapamamasına sebep oluyor. Unutuyor çocuk… Beyni durmuş gibi hatırlayamıyor kaygıdan… Kaç defa gördüm, sınav günü yaklaştıkça suratı bembeyaz olan, panik atak nöbetleri başlayan, ortaokul-lise öğrencisi olduğu hâlde altını ıslatmaya başlayan çocuklarlar var... Yazık değil mi bir insanı bu hâle sokmaya.

Çocuk eğitiminde yöntem bu mu olmalı?

Yöntem bu olursa, kendisine şiddet uygulanan çocuk da gider kendi gücü yettiği kişiye şiddet uygular.

İşte rakamlar ortada, merak eden gitsin baksın. TÜBİTAK’ın Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi ile yaptığı ortak çalışmada liselerde akran şiddeti yüzde 90. Yani her 10 lise öğrencisinden 9’u okuldaki diğer öğrencilerden şiddet görüyor. Hem de bunların yüzde 20’si cinsel şiddete maruz kaldıklarını ilan etmişler bütün yetkililere. Rastgele bir çalışmadan değil, tam 10 bin öğrenci üzerinde yapılan bilimsel bir çalışmadan bahsediyorum.

Biz yanıldık… Eğitimciler yanıldı… Yöneticiler gerçekten çok yanıldı…

Çocuk ceza ile yetişmezdi. Ceza ile çocuk yetiştirmek bir gelenek hâline geldi. Başka da bir yöntem bilemez olduk şimdilerde.

Mevlana’nın yaşadığı bir ülkede, insanları güven duygusu içinde yetiştirmek yerine, onları “kedi” terbiye eder gibi, sıkıştırarak, ezerek, döverek, ceza vererek terbiye etmeye kalkınca sonuç bu oluyor işte.

Mevlana’lar artık yok ortada… Olsa bile önce anne babası kabul etmiyor yumuşak huylu, halim selim çocuğu. “Böyle mıy mıy mıy olursan tabii okulda da dayak yersin, sokakta da!..” diyerek çocuklarını şiddete teşvik ediyor ebeveynler.

Evde böylesi şiddet için davet alan, okulda kendisine şiddet uygulanan çocuk, içindeki bu zehri sokaklara kusuyor.

İşte bakın, trafikte şiddet…

Aile içinde şiddet…

Kadına şiddet…

Markette şiddet…

Siyasette şiddet…

Medyada şiddet…

Reklamda şiddet…

Kendisine ve ailesine onurlu bir yaşam sunmak isteyen ebeveynler ciddi bir karar verip neredeyse toplumsal cinnete dönüşmüş olan şiddet kısır döngüsünden çıkmayı başarmalıdır.

Erdemli olmak, kendini ezdirmemekle değil, başkasını ezmemeyi öğrenmekle olur…
Ve toplumsal erdemi yakalamak, kendini korumak için saldırganlığın öğretilmesi ile değil, başkalarına güven ve emniyet sunabilecek kadar duyarlı bireylerin yetiştirilmesi ile mümkündür..."
DEVAMINI OKU

25 Eylül 2012

O Dersten Bu Derse


Haftasonu o aktiviteden o aktiviteye koşan ebeveyneler moduyla takıldım biraz. Dünyayı onların gözüyle görmeye çalıştım. Bize uyar mı diye yokladım. Bambino'yu gözlemledim. Böyle bir haftasonu olmasının temel nedeni kojonun evde çalışması gerektiğiydi aslında :) Anne-oğul takıldık Cumrtesi günü. Pazar günü kojo bana acıdı, oğlunu da özlemiş, bırakmadı bizi sağolsun :)

Neler yaptığımıza gelince:

Cumartesi günü sabah 8:30'da evden çıktık. Normalde Bambino 7'de uyanmış olur ama hiç bu kadar erken kendimizi dışarı atmazdık. Yataktan kalk, banyoya git, evdeki perdeleri aç, camları aç, Bambinoyu giydir, eşyalarını hazırla, yiyeceklerini koy, kendin giyin, kahvaltı hazırla, Bambinoya yedir, kendin ye, dişini fırçala, saçını tara, Bambinonun dağıttıklarını topla, Bambinonun olur olmaz isteklerine sakin bir şekilde cevap ver, istediklerinin makul olanlarını yap, çantanı toparla, anahtarları bul, Bambinoya ayakkabı giydir, suyunu iç, kendi ayakkabını giy, kapıyı açıp Bambinoyu çıkart, çantaları al, kapıyı kitle, arabaya bin (tam olarak bu sırada olmasa da aşağı yukarı bu şekilde).... Bir baktım ki saat 8:30 olmuş.

Dersimiz 9'da başlıyor ve yer olarak da bize oldukça ters bir yerde. Neyse, bir şekilde 9 olmadan ulaştık müzik dersimizin olduğu yere.

Bambino dersin yapılacağı odaya girip keşfetmeye başladı. Biraz keşiften sonra kendi boyunca bir mutfak tezgahını üs olarak belirledi ve kendince yemek pişirmeye başladı. Dersin öğretmeni güzel ve canlı bir abla, elektriklerin kesik olduğunu ve o nedenle çokça şarkı söyleyeceklerini söyledi. Bence bu müzik setinden daha güzeldi. Toplamda 5 çocuk olunca ders başladı. Şarkılar söylendi, ritim tutuldu, müzik aletleri tanıtıldı, herkes sırayla müzik aletlerini çaldı, topla oynandı, yine şarkılar söylendi. Bambino çoğunlukla mutfağında kaldı ve yemek pişirdi. Benim gruba katıldığım bazı zamanlarda yanıma geldi ve eşlik etti. İstemediği şeyler olduğunda mutfağa geri döndü. Ablanın çaldığı darbukadan korktuğunu söyledi. 

Bu derste edindiğim izlenim Bambinonun tam bir görev adamı olduğu yönündeydi. Öğretmen ablası "Haydi şimdi tüm topları kutuya koyuyoruz" dediğinde sadece kendi toplarını değil, diğer topları da kutuya koydu Bambino. Ya da ablası bir şey yapılmasını istediğinde tam olarak yapmaya gayret etti bizimki. Tüm gruptan alkış ve sempati toppladı bol bol. 

Bir saat süren dersin son 15 dakikası çocuklar artık dikkat toplayamadıklarından başka şeylerle ilgilenmeye başladılar. Bambinonun mutfağı oldukça ilgi gördü. Başka çocuklar gelince bizimki geri çekildi. "Tencerem nerede?" diye kendi kendine söylendi ama hamle yapıp dolap kapağını açmakta çekimser durdu. Başkalarının kendisine engel olacağını hissetti devamlı. Ben önce bir şey söylemeden izledim sadece. Sonlara doğru biraz cesaret verdim "Bak, şu taraftan bakabilirsin dolaplara, arkadaşın orada oynuyor, onu engellemezsin" dedim. Bir iki hamle yaptı ama diğer çocuğun hareketlenip dolabı Bambinodan önce açması üzerine geri çekildi tekrar. Baktı olmuyor mutfağı bırakıp başka oyuncaklara yöneldi. Mavi bir araba buldu, elinden düşürmedi. Hatta eve kadar getirdi :)

Ders 10'da bitti. Bir süre diğer çocukların ebeveynleri ile sohbet ettik, bahçedeki oyuncaklarla oynadık ve sonra diğer dersimizin saatini beklemek için vakit geçirmeye başladık. Arabaya gidip meyve yedik. Biraz m.eme emdi Bambino. Sonra da diğer derse doğru yola çıktık. Ders saatinden önce oraya gitmemiz iyi oldu, ortamı görmüş olduk.

Bu ders jimnastik dersi gibi birşeydi. Benzer yaş grubundan oluşan çocuklar bir konu çerçevesinde aletlerle oynuyor, iniyor, çıkıyor, tırmanıyor, kayıyor, hareket ediyordu. Ara sıra şarkılar söyleniyor ve değişik aktiviteler yapılıyordu. Biz ilk defa katılıyorduk ama diğer çocuklar kaç haftadır birlikte olduklarından birbirlerini tanıyorlarmış. Hatta jimnastik dersi öncesi sanat dersi varmış, oradan çıkıp geliyorlarmış birlikte. "2 yaşındaki çocuğa ne sanatı yahu?"dedim ama öyle değilmiş, birlikte sanat eserleri üretiyorlarmış. Neyse. Derse girdik. Bizimki keşfetti önce her yeri. Tırmandı, indi, hopladı, zıpladı kendi başına. Gruba pek katılmadı. Ben de onun yanında durdum. Bir ara gruba katıldım, belki yanıma gelir diye ama pek gelmedi bizimki. Bir kaydırağı çok sevdi, mavi, böyle döne döne çıkıyorsun, tek parçadan oluşan değişik bir kaydırak. Çok sevdi onu, defalarca çıktı, kaydı. 

Günün konusu ayılardı. Ayı resimleri gösterildi. Ayılar nasıl yaşar anlatıldı. Sonra ayıların bal sevdiğinden hareketle arılara geçildi. Oyun ablası odanın değişik yerlerine küçül peluş arılar sakladı, çocuklar da onları bulmaya çalıştı. Bu esnada hayretler içinde kaldığım anlar yaşadım. Zira, anne-babalar çocuklarından daha hırslı ve sabırsız bir şekilde çocuklarına arıların yerlerini göstermeye, "Çabuk al onu", "Sen almazsan başkası alacak", "Bak seninkini almaya başkası geldi" gibi cümleler sarf ettiler. Yahu bu oyun değil mi? Yarış mı yapıyoruz burada? Çocuğun eğlenmesine, keşfetmesine neden fırsat tanımıyorsunuz? Bırakın kendi kendine bulsun, eğlensin, zevk alsın, değil mi? O an etrafımın yarış atı yetiştirmek isteyen anne-babalarla çevrildiğini fark ettim ve o dakika o odadan çıkmak istedim. Sonra düşündüm, "Yahu şimdi böyleyse, birkaç yıl sonra Bambinonun okul arkadaşı olacak bu çocuklar, öyle ya da böyle. O zaman ne yapacağım?" "Kaç kaç nereye kadar kaçacağım?" Ne kadar koruyacağım oğlumu?

Bambino benim bu düşüncelerimden habersizce kaydırağında kaymaya devam ediyordu. Bir yandan "Aman oğlum, hiç bulaşma böylelerine" diyordum, bir yandan da "Eldeki malzeme bu yavrum, idare edeceksin, sonuçta toplum içinde yaşıyoruz ve sosyalleşmen de gerekli" diyordum kendime. O sırada bir anneanne elindeki iki arıdan birini Bambinoya vererek düşüncelerimi dağıtmış oldu. Bizimki arısını hiç elinden düşürmedi, veren kadına da teşekkür dolu bakışlarla baktı. 

Sonra arıların bal yapması için çiçeklerden oluşan bir platform oluşturdular. Herkes arısını çiçeklere götürüp polen topladı. Sonra da polenleri bala dönüştürmek için kovana götürdü. Kovanda yapılan baldan herkes bir parmak alarak yedi. Kovanın önün çocuk dolu olduğundan Bambino pek yanaşmak istemedi. Daha doğrusu yanaşmak istedi ama korktu çocuklardan. Kendine bir zarar geleceğini düşündü herhalde. Ben ve oyun ablası onu cesaretlendirerek "Hadi sen de al baldan bir parmak" dedik ve Bambino diğer çocukların yanına yaklaşarak (yine aralarında bir metre vardı herhalde) uzaktan parmağını kovana uzattı ve bal aldı :) 

Saat ilerledikçe tırmanma, çıkma, atlama, hoplama gibi aktivitelerin olduğu bir parkur hazırlandı ve çocuklar sırayla hareketleri yaptılar. Ancak sıra diye birşey yoktu doğrusunu söylemek gerekirse. Tam Bambino mindere tırmanacağı vakit başka çocuklar ve büyükleri Bambinoyu beklemektense kenardan kıyıdan olaya dahil olup mindere çıkıp ilerlemeyi tercih ettiler. Sadece bir büyük (az önceki büyükanne) torununa sıranın Bambinoda olduğunu ve beklemesi gerektiğini söyledi. Ama o sırada bizimki çocuğu görür görmez minderden iniverdi acele bir şekilde. Böylece sırasını o çocuğa vermiş oldu. Kadın da bizimkinin yavaş ve kendi torununun daha hızlı olduğuna dair birşeyler söyleyip torunuyla parkurda ilerlemeye başladı.

Anlayacağınız, iyi bir izlenim edinemedim o oyun grubunda. Yarışmak, birini geçmek, kendine çalışmak, bencillik, üstten bakmaca, alttakini ezmece, empati yoksunluğu, bireyselcilik, herşeyin en en en en'ine sahip olma isteği, at gözlükleri gibi ibareler kafamda uçuştu durdu ders boyu.

Bambino da çoğunlukla kendi kendine takıldı. Bazı grup aktivitelerine de katıldı ve çok zevk aldı. Paraşüt açmaca, baloncuk yapmaca, oyuncak toplamaca gibi. Şarkıları ilgiyle dinledi ve sevdiklerine alkış tuttu (Sabahki müzik dersinin de etkisi var tabi).

Ders bittiğinde Bambino ayrılmak istemedi. Dışarıda oturup defalarca aynı yapbozla oynadı. Ben de yanında oturup takıldım. Yine gözlemdiğim birşey, gelen gidenin hep diğerlerine küçümser gözlerle bakması oldu. Çocuğu ne giymiş? Kendi ne giymiş? Hangi marka? Arabaları nedir? bakışlarını yakalamak çok da zor olmadı.

Oradan Bambinoyu çıkartmak kolay olmadı. Neyseki arabaya binince yorgunluktan uyudu. Ben de onun uyanmasını bekledim. Günü kalanında balıkları izledik, yemek yedik, market alışverişi yaptık, yol kenarındaki toprak alanda keşifler yaptık, anneanneye gidip sadece bir saat oturduk, sonrasında parka gittik, arabaları izledik ve akşam olduğunda evimize gelip babayı alıp parka spor aletleri ile oynamaya gittik (Bambino çok seviyor aletleri!).

Cumartesi günü yaşadığımız bu tecrübeler bana kendimi tanıma fırsatı da verdi. Gerçekten kalabalığı sevmiyorum. AVM'lerde sadece işim varsa durabiliyorum, yoksa bana fenalık geliyor. Mütevazi, eşitlikçi, yapıcı, alçak gönüllü ol(a)mayanların yanında uzun süre duramıyorum. Hırslı insanlar bana uzak olsun lütfen. Ve çocuğuma da.
DEVAMINI OKU

Saymak

Bambino sabah kendi kendine oynarken konuşuyor. Bir ara kulak kabartayım dedim ki ne duyayım:

- Bir, iki, üç, dört, beş, alt, yedi, sekiz, dokuz, on.

Saydı bitirdi :)
DEVAMINI OKU

21 Eylül 2012

Tonton

Gece boyu rüyalar görüp "Anne kitap oku" "Baba bunu tamir et" diye sayıklayan Bambino sabah mahmur gözlerle kalkar. Anne baba yanında yatmaktadır. Bambino gözlerini oğuşturur, yatakta doğrulur ve halet-i ruhiyesini açığa vuran cümleyi söyler:

- Bu Tontonun uykusu var!

Kojoyla bende uyku falan kalmaz, birbirimize bakıp gülmeye başlarız. Sonra da Bambinoyu mıncırmaya :))
DEVAMINI OKU

20 Eylül 2012

Otomatik Hayat

 
Bu aralar boşlukta hissediyorum kendimi.
Otomatik pilota bağladım gidiyorum sanki.
Üzgün değilim, kırgın değilim.
İiyim aslında. Çok şükür.
İstediğim şeyler var.
Evrene mesaj ve enerji gönderiyorum bol bol.
Şimdiye kadar olmamasında vardır bir hayır diyorum.
Olur mu olmaz mı bilemiyorum.
Hayırlısı diyorum.
Ama aklım ve kalbim hep orada.
O nedenle otomatik pilottayım sanırım.
Öyle öyle, evet.
Böyle işte..
DEVAMINI OKU

18 Eylül 2012

Rol Değiştirmece

- Bambino yavru köpek olsun. Anne, anne köpek olsun.
- Baba ne olsun?
- Baba Alpay olsun.

:)
DEVAMINI OKU

11 Eylül 2012

Bardaklaşma Etkinliği


Sevgili Madam Dö Gonç'un ev sahipliğini yaptığı bir bloglar arası etkinliğe ilk defa katıldım. Bardaklaşma Etkinliği olarak adlandırılan bu olayda, çekilişle eşleşen kişiler birbirlerine bardak hediye ediyorlar. Yanına da ufak tefek hatıralar, artık gönülden ne koparsa. İyi ki de katıldım. Çok tatlı bir blogcu ile tanıştım bu sayede. Hamarat Kedi Aynur'a tekrar çok teşekkür ediyorum. Madam'a da vesile olduğu için tekrar teşekkürler. Sayesinde hediyeleşmenin güzelliğini tekrar hissettim.
DEVAMINI OKU

4 Eylül 2012

Bambino 23 Aylık

Bir ay daha bitti gitti sevgili okur. Zaman ne kadar çabuk geçiyor, her zaman hayret ediyorum.

Bambino 1 ay daha büyüdü. Son ayda algılama kapasitesi ve dil gelişimi dikkat çekti :)

En sevdiği renk: Yeşil. Sonra mavi geliyor. Pembe ve gri gibi renkleri de söylüyor ve ayırt edebiliyor.

En sevdiği meyve: Kendisine sorsan "ki-i" ama aslında koruk :) Ondan sonra karpuz, mayhoş erik ve elma/armut geliyor.

En sevdiği kitap: Anneye "Türk Kahvesinin Serüveni" adlı kitabı okutmak. Yanlış okumadınız, kahve makinesi aldığımızda kutudan çıkan minik ve albenisiz bu kitap Bambinonun son zamanlarda bana okuttuğu tek kitap :) Dün uyurken 5 kere okudum. Kahve falı ile ilgili sayfayı sevmediği için o sayfayı her seferinde atlatıyor bana, bunu da not edeyim :))

En sevdiği dışarı oyunu: Kaydırak. Ters kayıyor Bambino :) Yüzü koyun yatıyor kaydırağa, öyle kayıyor. Alem oğlan bizimki.

En sevdiği şarkı: Şarkılar anneye söyletiliyor. Babanın şarkı söylemesine kızıyor. "Baba sen sus" diyor hemen. Anneye ördekli şarkı (Yıldız İbra.himova), komik şarkı (Annenin Susam Sokağı'ndan hatırladıklarından), do bir küla donduma (TRT Çocuk şarkılarından, Annenin şarkı hafızasından), daldan dala ve uyku saati (Yıldız İbra.himova) en sevdiklerinden.

En sevdiği kıyafeti: Mavi ve yeşil olsun da fark etmez :) Geçen gün kışlık polar giyip çıktı dışarı :) Çıkartmak için ikna etmemiz gerekti uzun süre. Bir de arabalı çoraplarını çok seviyor (Mo.thercare'den almıştım)

Dil Gelişimi: Algılama kapasitesinin artmasıyla olaylar arasında neden-sonuç kurabilmeye başladı Bambino. Bu diline de yansıdı, bize birkaç cümle ile hikayeler ve olaylar anlatmaya başladı. Bir de kendi kendine kelime oyunları yapıyor. Mesela bana gelip "Anne-lep" diyor. Ben de ona "oğul-lep" diye karşılık veriyorum. Daha sonra yüksek sesle "anne-lep" diyor, ben de yüksek sesle "oğul-lep" diyorum. Sonra kısık sesle tekrar ediyoruz. Çok eğleniyor. Ama oyunu kendi başlatacak. Ben durup dururken "oğul-lep" dersem karşılık vermiyor. O ne zaman isterse :)

Aynı şekilde babasına da "baba-lep" diyor. Babası da "Bambino-lep" ya da "oğul-lep" diyor.

Başka bir gün aynı oyunu adlarımızın sonuna "t" ekleyerek yapıyor. "Anne-t", "Baba-t".

Başka bir gün "anne-p" "baba-p"...

Daha hangi versiyonlarını yapacak bakalım? :)

Oyunlar: Su ile oynamayı hala çok seviyor. Ancak son zamanlarda yoğurdu keşfetti. Masanın üzerinde yoğurtla rahat bir 20 dk oynuyor. Tabi yer gök yoğurt oluyor ama olsun.

Magnetlerime kıydım sonunda ve hepsinin Bambinonun ulaşabileceği seviyeye indirdim. Koleksiyonumun bir bölümü kayıp :) Ama birkaç tanesini Bambino çok seviyor. Hepsini ayrı ayrı inceliyor. 

Çok güzel yuvarlak çizmeye başladı. Düz çizgileri de çok güzel. Galiba bana çekecek ve solak olacak bizimki, kalemler hep sol elde. 

Kendinden büyük çocukların ortamında özellikle anne-baba yanında ise çok mutlu oluyor. Tek başına olduğunda biraz tırsıyor. Onların oyunlarını gözlemliyor. Geçen gün parktaki oyun oynayan çocuklardan 1'den 10'a kadar saymayı kapmış, papağan gibi tekrarlıyordu kendi kendine "altı, yedi, şekis" :)))

Bambinoya birşey öğretme gayem hiç olmadı, öyle bir gerek duymadım. Gerek yok zaten. Çocuk doğal ortamlarda herşeyi öyle güzel öğreniyor ki kendi akışında. Oturup da "Bak bu yeşil, bak burada 3 top var" gibi şeyler demeye hiç gerek yok.

Karakter: Bambino hassas bir çocuk, burası kesin. Çevresinde de kendi gibi sakin, mülayim tipler arıyor. Gürültücü, ağlak çocuklar ona göre değil. Bir çocuk ağlıyorsa "Bebeyk aaliyo, mama istiyo" diyerek kendince bir sebep buluveriyor :) 

Biraz inatçı, biraz değil bayağı hatta. Giyim konusunda bir etkimiz olamıyor. Bezini değiştirmiyor son zamanlarda. Bazen ikna olursa onay veriyor. Geçen pazar günü bez bağlatmadı, ben de havuzda giydiği mavi naylon bezini taktım. Öğleden sonraya kadar da çıkartmadı. Islaklıktan rahatsız olmuyor kesinlikle. Bu da demektir ki tuvalet eğitimine daha var.

Her çocuk gibi adalet konusunda hassas. Ve birey olduğunu hissetmek ve hissettirmek istiyor. Bir de terrib.le t.wo olayı var, ara ara kendini hissettiren. İstediği şeyi ikiletmeden yapmak gerekiyor, yoksa başlıyor ağlamaya. Genelde ağlatmadan yapmaya çalışıyorum, yapamayacak durumdaysam konuşarak oyalayıp zaman kazanıyorum. Ben değil ama babası ilgi odağını değiştirmekte bayağı iyi. 

Son dönemdeki tatillerden sonra benden ayrılması çok daha zor olmaya başladı. Bakıcı teyzesiyle başından beri tam bir bağ kuramadığı için sabahları oldukça zor ayrılıyorum evden. Bir şekilde idare ediyoruz işte. Yapacak fazla bir şey yok bu konuda.

İşte böyle sevgili okur. "Doğan büyüyor" işte :)
DEVAMINI OKU

29 Ağustos 2012

Soğan



Bambinonun mutfakta sevdiği işlerden biri soğan kabuğu soymaca. Buzdolabının yanında duran soğanları alır, bakar, inceler, içlerinden beğendiğini alır, başlar soymaya. Kısa süre içinde mutfağın yeri minik minik kabuklarla dolup taşar. Bambino hevesini alınca olay yerini terk eder. Meydan temizlik işini yapmak üzere anneye kalır :)

Bambino geçen Pazar günü meyve-sebze pazarından aldılarımızı sayarken soğanlar hakkında şöyle dedi:

- (Baba) soğan aldı. Kabuklarını da aldı baba.

Ağzımız açık bakakaldık Bambinoya. Sen "de-da" olayını nereden biliyorsun, nasıl kullanıyorsun böyle?!

Kabuklarla soğan ayrı tutuluyor, bu noktaya da dikkat :)
DEVAMINI OKU

24 Ağustos 2012

Sabah Sabah

Bambino anlaşılan gece boyunca gün içinde öğrendiklerini pekiştirmekle uğraşıyor.
Nasıl mı anladım?
Sabah kalkar kalkmaz öğrendiklerini anlatmaya başlıyor daha yataktan kalkmadan :)
Uyanınca "Günaydın" diyoruz kojoyla ona, bu onu çok mutlu ediyor.
Önce durumu izah ediyor:

- Gündüys (gündüz) oldu. Günes deldi ... Akjam oldu. Karanlık ooldu. Biz uyudu ... Uyaaandı.

Sonra başlıyor direktifler vermeye:

- Babba, yat. Uyu.

- Anne, m.eme kapat (gece boyu açık büfeydi tabi). Kalk. İçeyi dit. Kitap oku.
Ben:
- Hangi kitabı okuyayım oğlum?
- Veli'nin kuyaabiye-si oku.

:)

Sonra indirimden gelecek senelerde giysin diye aldığım, şu anda Bambinoya elbise gibi olan yeşil çizgili kolsuz tişörtünü görür, yanına gider hemen:

- Kuyudu (yıkanmıştı, kurumuş). Eay giycek. Giy... Giy.. (giymeye çabalıyor)

Babasının yardımıyla giyer. Muhtemelen tüm gün öyle dolaşacak :)

Bu arada yeri gelmişken itiraf edeyim: Bayramda tepeden tırnağa uyum içinde olan cicili bicili giysiler giyerek pamuk şeker kıvamına gelen çocuklara gıpta ile baktım. Zira, bizim oğlan bayramda da geleneği bozmadı, ne giymek istiyorsa onu giydi. Mavi crocs ayakkabılar, arabalı çorapları, yeşil çizgili tişörtü. Tişört elbise gibi uzun olunca şort ya da pantolon giymeye gerek duymadı Bambino :) Büyük dayılara giderken tişörtünün önünün kirlendiğini söyleyerek kapının önünde mavi gömleğini giymeye razı ettik. Ama onun dışında tüm bayramı kendi tarzında giyinmiş olarak tamamladı. Ben de boşuna uğraşıyorum kombin yapmakla; gömlek, pantolon almakla :P
DEVAMINI OKU

23 Ağustos 2012

Tatilde Gidilebilecek En Rahat Yer

Bayramda kısa bir tatil yapalım dedik, Bambino denize girsin dedik. Sıcak olmasın ve en yakın deniz neredeyse oraya gidelim dedik.
Sinop'ta karar kıldık, sahilde güzel bir ev tuttuk.
Eşyalarımızı hazırladık, eksikleri tamamladık.
Yol alışverişi bile yaptım Cuma akşamı.
O akşam ve yola çıkacağımız ertesi sabah, yola çıkamayacak kadar yorgun olduğumuzu itiraf ettik.
Zaten 4 gün, 2 günü yolda geçecek. E bir de bayram trafiği, herkes aynı anda aynı yöne hücum edecek.
Stres, sıkıntı. Ne gerek var?
Bayram öncesindeki hafta öyle yoğundu ki işler, tek istediğim yatmak uyumaktı aslında.
Kojo da benden farklı olmayınca oğlanın denize girmemesi pahasına iptal ettik yolculuğu.
Ve dünyanın en rahat yerinde tatil yaptık: EVDE :))

Cumartesi günü kojola Bambino havuza gittiler, ben de kendim takıldım.
Pazar ve Pazartesi bayram ziyaretleri yaptık.
Salı günü İKEA'ya gittik.

İstediğimiz saate kadar evde olmak iyi geldi.
Hele Bambino uyuyunca yanına kıvrılıp uyumamız. Paha biçilmez. Bir seferinde tüm gece uyuduk da sabah olmuş gibi hissettim. Oysaki sadece 2 saat uyumuştum. O kadar yorgunmuşum demek ki.
Bambinonun her şeyi elimizin altında, oyun alanı hazır, k.aka yapınca temizleme stresi olmadan rahatça hareket etmece, yemekler el altında.
Var mı daha rahat bir yer şu dünyada? :))

Biz Bambinoyla seyahatlere çıkarken "Ay nasıl olacak küçücük çocukla?" diyenleri anlıyorum şimdi. Seyahat etmek anne-babaya yorgunlukmuş aslında. Oysa ev ne rahat! Çocuk büyüyene kadar evden çıkmasak mı ne? :P

Bu arada 21 Ağustos 2012 Salı sabahı Bambinonun yazılımının güncellendiğini fark ettim. Buna şahit olduğum için çok mutluyum, şükürler olsun. Bambinonun yeni sürümünde daha çok "ben" söylemi, daha çabuk mızmızlanıp ağlamaca, "büyüdüm ben", "ben yapmak istiyorum" tavırları ve bol bol yeni cümleler kurmaca ile daha çabuk ve daha çok duyduğunu-gördüğünü kaydetmece var :) Öyle cümleler kuruyor ki bakıp kalıyoruz kojoyla :)

- Önce eppek almaya dittik. Sonra caminin içine giydik babayla. (Bayram sabahı bayram namazından gelen babasını kahvaltı etmeden evden çıkarıp camiye götüren Bambino)

- Çaaptıım. (Ayağını çarpar bi yere). Acıdı. Acıyo.
Aradan 2 dakika geçer.
- Hala acıyo!
2 saat sonra, biz olayı çoktan unutmuşken, bir anda:
-Hala acıyo..

- Çöp aabası geçiyo. Innnnn...

- Otobüs kapısı pısssst açılıyo. Yolculaa iniyo. Pssst kapı kapanıyo.

- Oğlum çorba içer misin?
-Yok.
- Köfte yer misin?
-Yok.
-Ne yemek istersin?
-Kii-i (kivi) :-)

-Hangi şarkıyı söyliyim sana? (Uyuturken)
-Babanın aaabalı şaykısı. (Onun arabası var, güzel, çok güzel / Otobüsü var, güzel, çok güzel/ Bisikleti var, güzel, çok güzel.....)

Büyüdükçe tadından yenmiyor Bambino. Hiç bırakmak istemiyorum onu...
DEVAMINI OKU

10 Ağustos 2012

Unutmayacağım Anılardan Biri

Pazartesi akşamı kojo Bambinoyu parka götürmek istedi. Bambino ise anne ve babasıyla evde vakit geçirmek. Kucağıma çıkıp giriş kapısının yanındaki görüntülü telefon ve alarmla oynamaya başladı. Telefonla oynamasına izin var ama alarmla oynamasına yok. Genelde alarmın kapağını açıp şöyle bir bakar, basar gibi yapar ama basmaz, kapağı kapatır, o kadar. 

Bu defa bir adım daha ileri gitmek istedi ve tuşlardan birine bastı. Tabi anne ve baba olarak anında "hede hödö" demeye başladık. Baktım ki babası yeterince sert çıkışıyor, ben geriye çektim kendimi. "Oğlum onlarla oynamayalım, gel bununla oynayalım, o alarmla sadece baba oynuyor, o babanın" diyerek yumuşakça yaklaştım. Babası ise daha otoriter bir tavırla "Onunla oynarsan polisler bize kızar, o alarm polisin, sadece baba oynayabilir, senin onunla oynamanı istemiyorum" gibi şeyler söyledi. Bambino biraz ikna olur gibi oldu ama sonra tekrar bir hamle daha yapıp kapağı açtı. Tam tuşlara basmaya yelteniyordu ki babası kapağı pat diye kapatıverdi. Bir yandan da otoriter sesi ile söyleniyor tabi. Bambino çizgiyi aşmasının bedelini babadan hem fiziksel hem de sözlü olarak aldı ve başladı ağlamaya. Ama nasıl ağlıyor, avaz avaz! 

Oradan ayrılmak ve başka bir yerde onu sakinleştirmek istiyorum, ona da izin vermiyor. Kapının dibinde dikiliyoruz üçümüz; Bambino ağlıyor, anne Bambinoyu sakinleştirmeye çalışıyor, baba otoriter bir figür olarak hiçbir şey demeden duruyor. Ben "Üzüldüğünü görüyorum. Baba alarmla oynamanı istemiyor, senin için tehlikeli olabilir" diyorum, fazla da birşey diyemiyorum çünkü gerçekten tehlikeli yaptığı iş. Babayı da ezip geçmek olmaz. Ancak bu kadar söyleyebildiklerim. Baba da zaten sinirli gelmiş o gün eve, bu olaydan sonra iyice sinirlenmiş bir şekilde, hala oğlanı parka götürmeye uğraşıyor "hadi gidiyoruz giyin bakalım" diyerek. Bambino gitmek istemiyor tabi.

Neyse, o akşamı öylece geçirdik. 

Ertesi akşam ilk defa Bambinosuz şehir dışına çıktım, günü birlik olarak Eskişehir'e gittim geldim. Haliyle yorgunluk diz boyu. Bambino halimi gördü ve benden hayır gelmeyeceğini anlayınca babasıyla parka gitmeye razı oldu. Ben de duş alıp yattım onlar gelene kadar.

Çarşamba akşamı kojo yine tam bir motivasyonla eve geldi. "Hadi oğlum dışarı çıkıyoruz, parka götüreceğim seni" diyerek. Ama Bambino "ı-ıh" dedi, parka gitmeyecekmiş. Onun yerine tüm akşamı banyo lavabosundan tasla su doldurup kova ve küveti doldurmaca oynadı kendi kendine. Orası bitti, bu sefer mutfak lavabosunda bulaşık yıkamaca, yiyecek temizlemece, çay kavanozunu boşaltmaca gibi oyunlara daldı. Babası bütün akşam taciz etti oğlanı, parka götürmek için ne diller döktü ama Bambino hiç oralı olmadı.

Ben "E her gün parka gitmek isteyecek değil ya, bir akşam da evde oturmak istedi, annesinin yanında olmak istedi belki" diyerek durumu kendimce açıklığa kavuşturdum :)

Bu arada Bambino ara ara "İay üsüldü (üzüldü)" demeye başladı Pazartesi günkü olaydan sonra. Ben buna da bir açıklama buldum hemen: Ben ona "Üzüldün" dedim ya, o da bunu öğrendiğini belli etmek için sık sık kullanıyor bu kelimeyi. Durup durup "üsüldüm" diyor ama :) Sabah kalkıp babasını soruyor yanımızda görmezse, sonra da üzüldüğünü söylüyor. Şimdi fark ediyorum ki benimle tek kaldığı zaman bunu ifade ediyor. Ben de yeri geliyor ona aynı duyguyu yansıtmak için dudaklarımı büzüp "Anne de üzüldü" diyorum, bazen de "Başka duyguları da öğrensin" diyerek "anne çok mutlu" diyerek sırıtıyorum. Sanıyorum ki bu bir oyun ve Bambino duyguları söylemeyi öğreniyor. Ben mutlu olunca gülüyor hareketlerime, ama hemen sonra "İay üsüldü" diyerek geri dönüyor melankolik haline. Sesi cılızlaşıyor, omuzları düşüyor, öyle güzel yapıyor ki üzgün rolünü. Ah bu saftirik ben!

Perşembe akşamı baba yine hevesle oğlanı parka götürmek için söylenmeye başlıyor gelir gelmez: "Hadi oğlum, dışarı çıkalım, şu oyuncaklarını da alalım, değişik bir parka gidelim bugün istersen". Bambino yine net bir şekilde "Hayır" diyor ve başka işlere dalmaya başlıyor. En sonunda banyonun yolunu tutup kova, leğen ve küveti yerine koyup sandalyenin üzerine çıkıp başlıyor tasla onlara su doldurmaya. 

Ben ise kojonun bu tavırlarından oldukça rahatsızım. Gidip çıkışıyorum kendisine: 
"Bak, bu oğlan her gün seninle dışarı çıkmak zorunda değil, canı istemezse çıkmayabilir, bu kadar ısrarcı olman hoş değil". 
Kojonun cevabı şöyle: 
"Ama ben onunla dışarı çıkmak istiyorum, bütün gün bunun hayalini yaşıyorum, çok seviyorum onunla parka gitmeyi".
Ben:"İyi de böyle bir beklentiye kendi kendini sokuyorsun, o sonuçta farklı bir birey ve senden farklı istekleri olmasını normal karşılaman gerekir. Yeterince teklif ettin ve sordun, yeter artık. Eğer vakit geçirmek istiyorsan banyoda da birlikte vakit geçirebilirsin onunla. Kağıttan gemi yapıp yüzdürün mesela. Maksat birlikte olmaksa orada birlikte olun."
Kojo: "Ben evde durmak istemiyorum ki ama. Dışarı çıkmak istiyorum, evde daralıyorum. Hem banyoda çok güvensiz duruyor öyle sandalyede. Her an düşebilir. Tehlikeli bir ortam."
Ben:"Güvensiz ve tehlikeli buluyorsan gerekli önlemleri al ama onun seçimine karışmaya hakkın yok. Bence tehlikeli bir durum da yok ayrıca. Hava almak istiyorsan sen çık, hatta çıksan gerçekten çok iyi olur, sana da iyi gelir, madem öyle bir beklentiye de girdin, sen çık dolaş biraz. Biz evde takılmaya devam ederiz."
Kojo:"Ama ben oğlumla çıkmak istiyorum. Hem kaç gündür hevesliydi parka gitmeye. Neden gitmek istemiyor iki gündür acaba?"
Ben:"Evet, öyleydi, bilmiyorum ki neden. Vardır mutlaka bir nedeni. Belki bakıcı teyzesiyle parkta birşey yaşadı, ondan gitmiyor. Ya da belki başka bir şey."

Kojo "İyi o zaman, ben çıkıyorum" diyerek çıkmaya hazırlandı. Ben de banyoya Bambinonun yanına geldim.

Ben: "Oğlum baba dışarı çıktı, sen de çıkmak ister misin?"
Bambino: "I-ıh." (Su oyununa devam ediyor)
Ben: "Baba parka gidecekmiş, hem de değişik bir parka."
Bambino: "I-ıh."
Ben: "Tamam, çıkmak istemiyorsun."
Bambino: Biraz durur ve "paaaak (park)" der.
Ben: "Parka gitmek istiyorsun. Tamam o zaman gel babaya götüreyim seni."
Bambino: "I-ıh".
Ben: "Benimle gitmek ister misin, birlikte parka gidelim mi?"
Bambino: "Hıııı (Kafayı sallar tamam anlamında). PAAAAK. Hadi paaak!"
Ben: Babayla parka gitmek istemiyorsun. Benimle gitmek istiyorsun. Tamam oğlum.
Bambino: İ-AY ÜSÜLDÜ.. İ-AY ÜSÜLDÜ... (Ses cılızlaşır, omuzlar düşer, gözlerde hüzün)

O an şimşekler çaktı bende!!! Bambino babasının Pazartesi günkü tavırlarına ve ona bağırmasına ÜZÜLMÜŞTÜ! Hem de ÇOK!! Ve unutmamıştı

Nasıl etkilendim anlatamam... "Küçücük çocuk" diyip asla geçmemek lazım, ASLA!
Hemen kapıya koştum.

Kojo da kapıdan çıkar gibi yapmış ama çıkmamış aslında, tüm konuşmayı duymuş.
Öyle üzüldü ki. "Bana küsmüş, o yüzden parka gitmek istememiş benimle... Çok üzgünüm" diyerek sarıldı bana :((
Bu da benim ikinci çocuğum işte..
"Bak" dedim, "Bu çocuğun gönlünü almak istiyorsan o ne isterse yapacaksın, sorgulamadan, otoriter davranmadan".
"Tamam" dedi kojo, "Gidip bir hediye alayım ona".
Ben "Dur gitme, dolapta hiç çıkarmadığım oyuncaklar var, birini ver istersen".

Dolaptaki mavi motorsikleti acele paket yapıp Bambinonun yanına geldi kojo. "Oğlum, bak sana ne aldım" diyerek Bambinonun ilgisini çekti. Birlikte içeri gidip paketi açtılar, ben onları yalnız bıraktım bilerek. Kojo oğlanı öpüp bağrına basıyor devamlı, seslerini duyuyorum içeriden :)

Az sonra Bambinoyu kapıya koşarken gördüm:
"Bab-ba, paaaaak, hadi paaaak" :))

Baba oğul sevinçle parka gidiyorlar. Hatta yemeği dışarıda yiyorlar. Eğlence parkına gidip eğleniyorlar. Gece geldiklerinde Bambino direkt m.eme istiyor ve 10 dk içinde sızıyor. Gece boyu iki kere kahkahalar atıyor uykusunda, öyle mutlu ki :))

Bu olayı unutabileceğimi sanmıyorum. Bambinonun bize kaç gündür üzüldüğünü anlatması ama benim bunu anlamamam beni çok üzüyor. Babasına bu kadar kırılmış olması ama kendini ancak bu kadar ifade edebilmesi, bizim ise bunu anlamadan kaldığımız yerden devam etmemiz beni üzüyor. Yine de buna da çok şükür, ya hiç söylemeseydi, ya hep içine atsaydı? Umarım edilgen hale getirmeyiz çocuğumuzu. Bu en büyük korkum...
DEVAMINI OKU

SOSYAL AĞLAR


İZLEYENLER

Blog Arşivi

HER GÜN MUTLAKA

NE ARADINIZ, YARDIMCI OLALIM?

Kişisel Blog

Copyright © Benden ve Bizden | Powered by Blogger
Design by Lizard Themes | Blogger Theme by Lasantha - PremiumBloggerTemplates.com