30 Nisan 2010

Istanbul + Antalya = Portsmouth!

Nisan ayinda gittigimiz yerlerden biri de Portsmouth sehri oldu. Yine Esralarla birlikte arabayla gittik bu gunubirlik geziye.
Bu aralar hava burada cok guzeldi, biz de iyi gezdik bundan istifade edip :) Bugun itibariyle tekrar bulutlar ve yagmur yuzunu gosterdi. Pazartesi gunu Bank Holiday ve tatil burada. Insanlar yine 3 gunluk kacamaklar yapiyorlar her zamanki gibi. Gazetelerin mansetleri su sekildeydi: "Yine Bank Holiday ve her zamanki gibi hava yine soguk ve yagisli" ya da "Tatil geldi ya, artik hava sogur iyice!" :))
Sabah erken ciktik ve eglenceli bir yolculuk sonrasi Portsmouth'a vardik. Deniz guzel, hava da gunesli olunca hemen sahile kosup piknik ortamimizi hazirladik. Guzel hava nedeniyle tum sehir disaridaydi sanki, ortalik bebek ve cocuktan gecilmiyordu. Cogunun elinde dondurmalar ve de :)
Portsmouth'un tam karsisinda yaklasik 10 dakikalik yolculuk mesafesinde Isle of Wight adasi var. Sahilden bakilinca ada gayet net goruluyor. Bu acidan kendimi Istanbul'da bogaz kiyisinda gibi hissettim :)
Iki ada arasinda (Sonucta Ingiltere'de bir ada!) cok sik feribot ve hovercraft seferleri yapiliyor. Hovercraftlarin cok yakinimizdan yolcu alip indirmesi nedeniyle bu arac ile bayagi yakindan tanismis olduk ve hepimiz gucune hayran kaldik!
Sahilde epey oturup deniz ve gunesi iyice icimize cektikten sonra toparlanip sahil boyunca yuruyus yaptik hep birlikte. Amac, Portsmouth'un unlu Spinnaker Kulesini gormekti. Yol boyunca duzenli, temiz ve ferah sokaklardan gectik. Bu sehir insana gercekten mutluluk veriyor!
Spinnaker Kulesinin oldugu alana cok modern evler, is merkezleri ve alisveris yerleri yapilmis. Trafige kapali yuruyus yolu evlerden baslayarak sahile dogru dik olarak uzaniyor ve sahil boyunca kuleye kadar devam ediyor. Yol boyunca bircok aktivite ile karsilastik, ozellikle cocuklar icin su icinde yapilan oyunlar, su uzerinde model tekne surmece (buna kojo cocuklardan daha fazla ilgi gosterdi!), buyukler icin canli muzik yapan standlar ve yardim toplama amacli muzik yapan samba grubu...
Gectigimiz sokaklarin aksine buranin kalabalik ve canli oldugunu gormek sasirtti bizi! Pazar gunu bu denli yasayan bir sehir bulmak bizi sevindirdi ve de :)

Spinnaker kulesi 170 metre ve en tepesinde 3 adet manzara terasi var. Bunlardan birisinin tabani komple cam, yururken havada yuruyormus hissi veriyor! Portsmouth'un cografi konumu nedeniyle girintili cikintili koylardan olusan manzara gercekten gezdigimiz Ingiliz sehirlerinden cok farkli geldi bize. Digerleri genelde alabildigine dumduz uzanan bir sahil ve gerisinde yapilanan sehir seklinde iken Portsmouth'tan baslamak uzere batiya dogru gittikce burunlar ve koylar daha cok gorulmeye basliyor ve girintili-cikintili olmasi nedeniyle manzara daha hos ve cekici hale geliyor...

Sahildeki tekne ve yatlara baktik ve bolgede Ingilizler disinda da tatilciler oldugu sonucuna vardik. Ozellikle Fransizlar buraya cok sik geliyorlarmis. Zaten o kadar yakin ki!

Spinnaker'den ayrilip tekrar merkeze donduk. Bu sefer sahilden degil, hemen arkasindaki yesillik alandan ilerledik. Goz alabildigine uzanan yesillik alanda o kadar cok piknikci vardi ki! Ve mangal yapiyordu cogu! Resimleri ozellikle ekledim ki ne kadar genis olabildigine dair fikir edinesiniz. Yani abarti yok, onlarca futbol sahasi buyuklugunde bir yesil alan dusunun, tamamen yesil ve her yerde kucuk gruplar oturmus piknik yapiyorlar, sarki soyluyorlar, top oynuyorlar ve havanin tadini cikariyorlar! Ustelik de kimse kimseyi rahatsiz etmiyor, yanyana kardes kardes takilip gidiyorlar! TR'de boyle bir alan var mi diye cok dusundum ama bulamadim... Cok eglenceli ve keyifliydi insanlari izlemesi bile :)

Sehir merkezinden ayrilip yakin cevrede bir nehir kiyisinda tekrar mola verdik, ee aciktik tabi :) Yat limani seklinde kullanilan bu yerde bol bol yat inceleyip kugulari besledik.
Portsmouth'u yukarida bahsettigim ozelliklerinden dolayi biraz Antalya biraz Istanbul'a benzettim ve Ingiltere'de boyle bir yeri gorup gezmis olmaktan dolayi cok mutlu oldum :) Anlasilan buranin batisi daha da guzel doga acisindan, her ne kadar Portsmouth kadar buyuk bir sehir olmasa da..

Not: Portsmouth'un simgesi ay ve yildizdan olusuyor ilginc bir sekilde. 1850 yilinda Osmanli donanmasindan "Mir'at-ı Zafer" ve "Sirağ-ı Bahr-i Birlik" adli gemiler Portsmouth'a gelmisler Sir Godfrey Webster ve Ingiliz askerler tarafindan karsilanmislar. Halk onlara bayagi ilgi gostermis, akin akin onlari gormeye gelmisler sehre. Malesef 1849 yilinda bolgede baslayan kolera salgini nedeniyle yerel halktan 1000 kisi ve Osmanli askerlerinin bir kismi hayatini kaybetmis. Olen askerler Haslar Hastanesi'nin Mezarligina defnedilmis ve bugun hala ziyarete acik. 1870 yilinda Sultan Abdulaziz Ingiltere'yi ziyaret etmis ve Ingiliz-Osmanli iliskileri oldukca yakinmis bu donemde. Bu yakin iliskiden dolayi Portsmouth sehrinin amblemi Osmanli armasindaki ay ve yildiz olarak belirlenmis. Ne kadar ilginc degil mi?
DEVAMINI OKU

26 Nisan 2010

Claremont Bahceleleri ve Richmond Nehir Kenari

Yine arabasiz gidilemeyecek bir yere sponsorumuz anne ve bebisi ve esi turizm sayesinde gittik: Claremont Landscape Gardens (Claremont Peyzaj Bahceleri).
Londra'ya cok uzak olmayan bu bahcelerin tarihi 18. yy a kadar uzaniyor. 18. yy da tum Avrupa'nin en unlu bahcesi burasiymis. Zamininda donemin en unlu peyzaj mimarisi ustalari tarafindan tasarlanmis.
Golun etrafi piknik alanlari, cesit cesit bitkilerle bezeli yuruyus yollari, bir amfitiyatro ve tepesindeki manzara terasi ile cevrili.
Goldeki ordekler ve kazlar en cok cocuklarin ilgisini cekiyor, dogal olarak :)
Gunesli bir gunde piknik icin tercih edilebilecek ideal yerlerden birisi Claremont. Biz golun kiyisinda konuslanip once midelerimizi senlendirdik, sonra da golun cevresinde tur atip manzara terasindaki manzara ile kendimizden gectik :)

Bu ulkenin bu guzellikleri, daha dogrusu tarihi ve dogal guzelliklerine bu kadar duskun olup bunlari yasatma azimleri bizi gercekten hayran birakiyor. Ister istemez TR ile kiyasliyoruz hemen: Tamam, bizim ulkemizde de dogal ve tarihi guzelligin alasi var ama ne kadari gerektigi gibi korunuyor, bakiliyor ve yasatiliyor? Birkac yil once gittigimiz Ege turunda ziyaret ettigimiz Pirene Antik Sehri aklima geliyor mesela. O kadar zengin bir tarihi olan o yere nerdeyse hicbir yatirim yapilmamis, yuruyus yollari neredeyse yok, tabelalar oyle tek tuk ki, gezerken nereyi gezdiginizin farkinda olamiyorsunuz. Isin ilginci orayi ziyarete gelen turistler yanlarinda getirdikleri kitaplari acip orayi ogrenmek icin oturup saatlerce okuyorlar. Cok utandigimi hatirliyorum. Ustelik de giris parali! Bunun gibi onlarca yer  gorduk o gezimiz sirasinda.. Cok uzucu.. Ama Ingilizler cok icten bir sekilde boyle yerleri koruyorlar, ustelik cogu yerde gonulluler calisiyor, para almadan. Anlayis farkli, sonuc; medeniyet farki...


Ogleden sonra Claremont'tan ayrilip Londra merkezine dogru yola ciktik. Gun batimini Richmond taraflarinda karsiladik, bir yandan da nehir kenarinda birseyler atistirdik :) Sessiz, sakin, huzurlu ve mutlu anlarla dolu bir gunu orada noktaladik.
DEVAMINI OKU

24 Nisan 2010

Bodiam Kalesi ve Hastings

Ingiltere'de araba almadik, buna neredeyse hic ihtiyac duymadik. Toplu tasima alternatifleri oyle gelismis ve oyle yogun ki, memleketi demir aglar ve yer alti aglariyla dort bir yandan ormusler resmen :) Her yere en az iki alternatif ulasim imkani bulabiliyorsunuz. Trenler konforlu, metrolar cesit cesit, hafif rayli sistemler (DLR denen) soforsuz (otomatik pilotta gidiyor!), otobusler ferah (is saatleri disinda)... Sehir disina gittigimizde de genelde treni tercih ediyoruz, hem manzara izleyerek gidiyoruz, hem gercekten konforlu oldugu icin otobuse gore tercih nedenimiz oluyor..
Simdiye kadar arabaya ihtiyac duydugumuz zamanlar gercekten cok azdir.. Ikea'ya gittigimiz zamanlar, cok yuklu market alisverisi yaptigimiz zamanlar, havaalanina yuklu gidiyorsak gibi. Ama arabasiz da olsak bunlarin hepsini basariyla gerceklestirdik bu ulkede.. Toplu tasima oyle bir kultur ki, yazin calistigim sirketteki ust duzey yoneticilerin metro ve trenle ise geldiklerini ogrendigimde cok sasirmistim. TR'deki makam araci kulturunu dusunup, buradakilerin hic rahat nedir bilmedikleri sonucuna bile varmistim :P Hele bir mudurun pantolon pacalarini coraplarinin icine sokarak bisiklete binip gittigini gorunce dudagim ucuklamisti! Nasil bir hayat tarzi, nasil bir bakis acisiydi bu boyle?!
Sonunda Ingilizler de degil, bizde sorun olduguna kanaat getirdim :) Sonucta TR kucuk Amerika, kucuk Ingiltere degil... Nasil Amerikaliklar markete bile 4x4 leri ile gidiyorlar, nasil ki her orta gelirli Amerikalinin garajinda en az iki araba var, biz de onlar gibiyiz iste! Tek bir farkla: onlarda benzin su kadar ucuz (hatta belki daha bile ucuzdur, su koladan pahaliydi cunku!), biz ise dunyanin en pahali benzinini kullaniyoruz! TR'de eger arabaniz yoksa sehir icinde bir yerden bir yere ulasim iskence haline donusebiliyor. Ornegin Ankara'da Cayyolu taraflarina giden otobusler genelde 30 dk da bir geciyor, duraklarda dogru durust bekleme yerleri yok, geceyarisindan sonra otobus yok... Dolmuslarin guzergahi otobuslerden daha farkli, sehrin merkezinden dolmuslara ulasmak icin ekstra yol gitmek gerekiyor, genelde agzina kadar dolu oldugunu soylememe gerek yok herhalde. Son durakta ya da yakinlarda binemediyseniz genelde dolmus da durmuyor istediginiz yerde! Kac arkadasimin aksam sehir merkezine inip vakit geceyarisini gectigi icin (sohbet, muhabbet guzel tabi :)  eve donemedigini ve baska arkadaslarinda kalmak zorunda kaldigini bilirim... Bu mudur medeniyet gostergesi?
Nerden nereye geldim yine! Bu ara beyin noronlarim arasindaki baglantilar tam kapasite calisiyor, bir sey dusunurken bambaska bir seye kafa yorarken buluyorum kendimi. Bugun normalde Cuma gunu Ingiltere'ye bizi ziyarete gelecek olan bir arkadasimin Izlanda'daki volkan nedeniyle seyahatlerini iptal ederek Haziran ayina bilet almalari ile ilgili bir mail yazdim, maili tekrar okudugumda anneannemden bahsettigimi gordum, hem de bayagi uzun :))
Offf, yine dagildim... Tamam bu yazinin ana konusuna donuyorum hemen: Efendim, biz buradayken arabaya ihtiyac duymadik genelde ama kabul etmek lazim ki Ingiltere kulturune ait oyle yerler var ki, ne tren, ne otobus gidiyor. Mutlaka arabaniz olmasi lazim. Genelde doga icinde, yemyesil tepelerin eteklerinde olan, belki televizyonda gormus olabileceginiz ortacagdan kalma satolar, derebeylik malikaneleri, yuzyillar oncesine ait av koskleri, ormanin ortasinda yer alan goletler ve bahcelerin bir kismi toplu tasima araclari ile ulasilamayacak yerlerde. Iste bu noktada arabasi olan arkadaslarimiz devreye girdi :) Sagolsun anne ve bebisi ve esi :) arabalari ile bizi gezi planlarina dahil ettiler ve sayelerinde normalde kendimizin gidemeyecegi yerleri gormus olduk. Bir kez daha buradan cok tesekkur ediyoruz kendilerine!
Gittigimiz yerlerden biri Bodian Kalesi idi. 1385 yilinda yapilan bu kale gercekten cok guzel korunmus. Kalenin etrafindaki hendek su ile doldurulmus ve ordek ve kazlara ev sahipligi yapiyor. Tabi, hayatimda gordugum en uzun tatli su baliklarini da unutmamak lazim; bkz. fotolar.
Kalenin ici de gayet guzel korunmus. Bizi sasirtan seylerden biri ortacag kiyafetleri icindeki kale halki oldu. Askerler, koyluler, cocuklar, hepsi o donemin kiyafetleri icindeydi ve isteyene bilgi veriyorlar, isteyenle  fotograf cektiriyorlardi! Hatta birkac asker kilic gosterisi yapti, bir ara da nobet degisimi yaptilar ciddi ciddi! Bizi daha cok sasirtan sey ise butun bu kisilerin gonullu olarak bu isi yaptiklari idi! Kulturlerini korumaya bu derece kararli ve istekli olmalarini cok takdir ettim. Ustelik 7'den 77'ye :)
Kalenin tepesinden Rother Vadisi'nin guzel manzarasi uzaniyordu. Bir de fotolardan birindeki mezarlik... Kalenin icindeki nazar boncuguna ise anlam veremedik :)
Kalenin cevresinde yine eski zamandaki yasamla ilgili hem eglendirici hem ogretici aktivite cadirlari ve oyun standlari vardi. Ozellikle cocuklar icin superdi bunlar :) Biz sabahtan gittigimiz icin kalenin tam karsisindaki tahta bank ve piknik masalarindan olusan bir seti kaptik, tum gun de ayni ortacagdaki derebeyler gibi yedik ictik kale manzarasina karsi :))
Gun ilerledikce insan sayisi artti ama kimse kimseyi rahatsiz etmeden takildi (TR de ki piknik yerlerinde kalabalik arttikca bir an once gitme istegi uyanirdi bizde!)
Ogleden sonra artik mekan degisikliginin gerektigi kanaatine vararak bu defa okyanus kenarinda bir yere gittik: Hastings. Cekilen okyanus sularina karsi sahilde klasik Ingiliz yemegi olan balik ve cips (fish&chips) yedik, bol bol deniz havasi icimize cektik!
Sahilden ayrilirken kojo ile ben benim icin bir tuvalet bulmak uzere sehir merkezine daldik. Pazar gunu oldugundan pek fazla acik yer yoktu, mecburen bir kafeye girdik. Icerisi simsiyah dekore edilmisti, mukemmel bir ses sistemi esliginde Ingiliz ligi macini izleyen birkac masa disinda kimse yoktu. Temiz ve sirin bir yerdi. Ben tuvaleti kullanirken kojo mecburen birsey ismarlamisti :) Iste orada hayatimizda ictigimiz en guzel sicak cikolatayi ictik! Kocccaaaman bir kupada gelen cikolatayi ic ic bitiremedik, bitirmek de istemedik gerci :) Bir yandan sahilde bizi bekleyen arkadaslarimizi daha fazla bekletmek istemiyoruz, bir an once icmemiz lazim, diger yandan bu cikolata hic bitmesin istiyoruz :) Beyazin psikopatina donduk anlayacaginiz :))
DEVAMINI OKU

21 Nisan 2010

Kizgin Damdaki Kedi (Cat on a Hot Tin Roof)

Nisan ayi etkinliklerimizden biri Kizgin Damdaki Kedi oldu. Aslinda gecen senenin sonundan beri Londra'da turnede olan (aslen New York'lular) bu performansi gormeyi ozellikle kojo cok istiyordu. Ekipte yer alan ve Brick karakterini canlandiran Ingiliz oyuncu Adrian Lester bizim ailenin favori sanatcilarindan biri :) Bu sahsiyet ile Hustle dizisini izlerken tanistik. Kendisi gercekten cok karizmatik bir kisilik. Konuyu dagitmayayim dedim ama bu  amcam icin ayri bir post bile yazilirmis. Kendisi asagidaki resimde yer alan dizi ekibi icinde en sagda olan :)
Neyse, biz bu Kizgin Damdaki Kedi'ye yukaridaki sebepten :) geldigi ilk gunden beri gitmek istiyorduk. Ama bir turlu denk getiremedik kojoyla uygun bir zaman. Hatta bahsettigimiz tum arkadaslarimiz bizden once gittiler :) Nisan'a kadar vaktimiz var nasilsa diyerek agirdan aldigimiz bilet alma isi, Nisan'in ikinci haftasi geldiginde alarm verdi :) Veee, tam Turk isi bir olaya imza atarak son gunku performansa bilet alabildik!
Hikayenin konusu Guney Amerikali bir ailenin, ailenin buyukbabasinin dogumgunu icin biraraya gelmeleri. Oyunun ana kahramanlari Brick ve esi Maggie (Kedi), mutsuz bir evlilik surdurmekteler. Eski bir futbol yildizi olan Brick'in icki problemi var ve etrafinda olan biten herseye kayitsiz. Buyukbaba kanser ve bundan haberi yok, onun disinda herkes bunun onun son dogumgunu oldugunu biliyor. Ailenin diger fertleri ise bu zengin buyukbabanin mirasindan pay alabilme kaygisindalar ve adamin etrafinda pervane olmus vaziyetteler.

Bu oyuna gitmek istememizin bir nedeni de buyukanneyi oynayan sahsiyetin Cosby Show'daki Bill Cosby'nin karisini oyanayan Clare Phylicia Rashad olmasiydi (yukaridaki resimde soldan ikinci). Benim cocuklugumun dizisiydi Cosby Show. Cliff ve Clair Huxtable'i da bol bol andim o gun :)
Buradaki muzikal ve tiyatrolarin bilet fiyati oturdugunuz yere gore degisiyor. En pahali yerler tabi ki sahnenin dibindeki yerler. Genelde kat kat tasarlanmis ve genis balkonlardan olusan katlar icerisinde en ucuz olan ise en tepedeki ya da goruc acisi daha dar olan yerler. Mesela kolon arkalari ya da en kenarda kalan ve sahnenin %70'inin gorunmedigi yerler. Buralar da satiliyor mu demeyin, acaip talep var :) 

Sonucta guzel bir oyun izledik ve sonrasinda tiyatronun yanindaki kafede Italyan usulu makarnalarimizi bir guzel mideye indirip sonra da en sevdigimiz dondurmacisi olan Italyan dondurmacisi Scoop'tan dondurmamizi alarak bu guzel gunu noktaladik... The End :)


DEVAMINI OKU

15 Nisan 2010

Sonunda Oldu: Patladi!



Izlanda gezimizi yazdigim yazilarin birinde (okumak icin tiklayin) ulkenin tektonik hareketlerinin coklugundan bahsetmistim. Depremler, volkanlar eksik olmaz diye yazmistim.


Sonunda olan oldu: ulkenin guneydogusunda bulunan Eyjafjallajokull Yanardagi son bir ayda ikinci kere patladi ve bu sefer atmosfere yayilan kul bulutu nedeniyle bircok ulkenin hava sahasi kapatildi. Hava sahasi kapatilan ulkeler arasinda Ingiltere, Fransa, Irlanda, Finladiya, Danimarka, Isvec, Norvec ve Belcika yer aliyor. Eger volkan kulleri atmosferde yayilmaya devam ederse Almanya, Polonya ve Rusya'nin bir bolumunu de etklieyecegi belirtildi.


Bu arada Izlanda'da olen-yaralanan yok cok sukur! Yalniz 700 kisi evlerinden guvenlik nedeniyle tahliye edilmis.  


Bir volkanin yaptigina bakar misiniz? Izlanda'da bir volkan patliyor, kac ulke etkileniyor!! Dunyanin en kalabalik havayollarindan birini kapadi resmen. Amerika'dan Avrupa'ya gelen ucaklar geri donmek zorunda kaldi. Milyonlarca kisi yolda kaldi. Kisaca, 9/11 olayindan sonra ilk defa bu denli kapsamli hava sahasinda alarm verilmis durumda.


Bugun havaalanlari calismadi, yarin da kapali. Sonrasini kimse bilemiyor. Ama yanardag bu aktiviteye devam ederse, 6 ay boyunca bu ulkelerin hava sahasi kesintili olarak hizmet verebilirmis!


Izlanda'dayken fena halde hissetmistim, yine yineliyorum: Dogaya karsi kesinlikle aciziz! Ona karsi gelmemiz mumkun degil. Onun gucune saygi duymak ve ona karsi degil, onunla birlikte yasamayi ogrenmemiz lazim...


Daha ayrintili haber ve videolar icin: Turkce icin buraya, Ingilizce icin buraya
DEVAMINI OKU

12 Nisan 2010

Kismet Olmayan Diyarlar

En son yazimdan bu yana yapmam gereken 2 projeyi bitirip teslim ettim ama yaklasik bir hafta bilgisayarimla o kadar icli disli olmusum ki, projeleri teslim ettikten sonra 3 gun kadar bilgisayarin ne yuzunu gormek ne sesini duymak ne de kendisiyle herhangi bir fiziksel temas kurmak istedim! Ancak bugun kendisiyle tekrardan flort etmeye basladim, o da zorunluluktan aslinda- yeni bir projeye baslamam lazim da!!

Efendim, biliyorum ki Fas gezisini merakla bekliyorsunuz ama sanirim bir muddet daha elim o fotolara degemeyecek. Ben de arada yasananlari unutmamak icin diger seyleri yazmaya karar verdim.

Gecen sene Paskalya tatili icin (Cuma+haftasonu+Pazartesi) kojo ile birlikte Hollanda ve Bruksel gezisi planlamistik. Rotamiz Roterdam - Amsterdam - Gent - Brugges - Bruksel seklindeydi. Tum biletleri almis, kalacak yerlerimizi ayarlamis ve gitmeye hazir bir sekilde Paskalya'yi beklemistik :) Ancak son hafta kojonun haftasonu da calismasi gerekliligi ortaya cikmisti ve ben de tek basima gitmek istemedigim icin tum gezi iptal olmustu. Hicbir yerden de paramizi alamamistik, ucak biletlerinden gelen cuzi bir miktari saymazsak... Neyse, kismet degilmis demis ve kojo ise ben kutuphaneye yola dusmustuk Paskalya'da. Iste o zaman Paskalya zamani ulkede aslinda her seyin iptal oldugunu anlamistim. Zira, ne kutuphane, ne okul, ne semt kutuphanesi, ne aktivite merkezi, ne de civardaki restoran ve kafeler acikti! Ulasim minimuma inmis, bazi hatlara yolculuk iptal edilmisti. Ben de kos kos evde gecirmistim Paskalya tatilini.

Iste o zaman kendi kendime gelecek sene Paskalya'da burada olmayalim diye kendi kendime soz vermistim. Buyuk sozlermis meger!
Fas'tan geldikten sonraki haftasonu Paskalya tatili idi. Mart ayindaki gezi programim limitini coktan doldurmustu ama gecen seneyi hatirladikca Londra'da kalmak istemedigimi de hatirliyordum. 13 haftalik hamileligim ikinci uc ayina girmek uzereydi ve cok sukur bende yorgunluk disinda sikayet yoktu. O yorgunlugu da guya iki gezi arasindaki 6 gunde atarim diye dusunuyordum (ne kadar iyimsermisim!). Gecen sene Kasim ayinda Bruksel gezimizi gerceklestirdigimiz icin bu sene Hollanda ve Danimarka yapalim diye konustuk kojoyla. Her zamanki gibi A'dan Z'ye tum gezi programini yaptim ve tum rezervasyonlari tamamladim. Yilin bu zamani Hollanda'nin unlu lale bahcelerinin oldugu Keukenhof 'u gezmek icin en guzel zamanlar cunku Keukenhof Bahceleri Mart ayindan Mayis ayinin ortalarina  kadar acik! Kukenhof disinda meshur Van Gogh Muzesi, Anne Frank'in evi gibi yerleri de cok gormek istiyordum ve hepsinin biletlerini onceden aldim bu sefer. Tabi Hollanda'ya gidip unlu yel degirmenlerini ve peynir fabrikalarini gormemek olmazdi, onlari da ayarladim. Kanal turunu zaten saymiyorum bile :) Danimarka icin de gunubirlik sato turlarina katilmak ve tabi ki kanal turu alarak unlu Denizkizi heykelini gormek de gezi planlari icindeydi. Kalinacak yerler tamam, gidis donus biletleri tamam, sira beklenmesi muhtemel yerlere giris biletleri tamam. Hersey hazir!
Fas'tan geldikten sonraki gun ultrason randevum vardi. Gittik, hersey yolunda dediler. Sevindik tabi :) Sonraki haftabasinda ebe ile gorusmem vardi. Buradaki sisteme gore her hamileye bir ebe ataniyor ve doguma kadar acil durumlar disinda doktor yerine ebe ile gorusuluyor. Ebeler tecrubeli ve donanimli kisiler. Ebe ile gorusme sirasinda benden dort tup kan aldilar. Bunu pek beklemiyordum cunku ayni gun sabah universite hastanesinden Down Sendromu icin kan vermistim, hem kac koca tup. Ebe bana sabahki kanin farkli testler icin alindigini, bu seferkinin amamcinin farkli oldugunu soyledi. Tamam dedim, verdim kani.

O gun toplamda alti tup kan alindi benden. Ertesi sabah da yolculuk var. Eve geldim, baktim pek iyi degil gibiyim, kan verdigim icin biraz halsiz dustum galiba. Hemen istirahat pozisyonumu aldim, uzun sure dinlendim. kojo sagolsun yardimci oldu bana, yemegimi falan yapti getirdi. Aksama dogru biraz daha iyi gibiydim, kalktim, yolculuk icin birseyler hazirladim. Meyve, kuru meyve, sandvic gibi atistirmalik seyler ayarladim. Sabah erken olan ucusumuz icin geceden evden cikmamiz gerektigini fark edip alarmlarimizi da kurduk. Yanimiza alacagimiz esyalari da ayarladik. Biletleri, pasaportlari gozden gecirdik. Yatmadan once ben yine aciktim, canim ton balikli makarna cekti :) Dolaptaki kutu ton baligini aldim, makarnayi hasladim, bir guzel yemek hazirladim kendime. Sonra da oturup yedim bir guzel. Ama ton baliginin tadi biraz degisik geldi. Herhalde uzun suredir yemiyorum, tadini unuttum konserve ton baliginin dedim ve ustunde durmadim.
Neyse, birkac saat uyuduk, gece kalktik. Bu arada kojo hava durumunu kontrol etmis, gidecegimiz yerlerde kar ve soguk gorunuyormus. Bizimki endiselendi hemen, ya hasta olursak, ya ben usutursem, acaba gitmesek mi diye soylenmeye basladi. Ne yalan soyliyim, ben de biraz tirstim cunku gercekten firtina ve kar gorunuyordu hava durumunda ve ben de kendimi cok cok iyi hissetmiyordum. Bu arada bir yandan da son haziliklarimizi yapiyoruz. Ben bir ara banyoya girdim ve disimi fircalarken ufak capli bir cikarma hadisesi yasadim. Dis fircasini biraz fazla geriye dogru kacirinca refleks olarak cikartma hadisesini yasarim arada sirada. Bu seferki de oyle birsey herhalde diye dusunerek pek uzerinde durmadim. Ama kojo hemen olay mahaline gelerek durumu kolacan etti :)
Kafamizda senaryolar, dusunceli bir sekilde yola koyulduk. Havaalanina gitmek icin once otobuse, sonra da trene binecegiz. Otobuse bindik. Ben kendimi pek iyi hissetmemeye basladim. Midemden bir baski geliyor arada, boyle bulanti gibi birsey. Hamilelik boyunca hic bulantim olmadigi icin biraz kuskulandim. Acaba dunku kan verme olayindan sonra toparlanamadim da ondan mi oluyor dedim. Biraz zaman gecti, yine bulanti hissediyorum. Iste  o zaman cozdum olayi: Aksam yedigim ton baligindan zehirlenmistim! Bir an once inmek istedim once, ama baktim ki gecenin korunde olur olmadik yerde inersek daha da zorlasacak isimiz. Trene binecegimiz yere kadar sabrettim ama bir Allah bir ben bilirim o anlari! Kojoya da panik yapmasin diye birsey caktirmadim ama "Su arkadaki Cinlileri dovmek istiyorum, amma cok konusuyorlar, hic susmadilar bindigimizden beri!" diye soylenince kojo bende normal olmayan birseyler oldugunu anlamis bile! :)

Otobusten iner inmez kojoya anlattim durumu ve eve gitmek istedigimi soyledim acilen! Kojo hemen durumu kavradi ve beni ilk gordugumuz kafeye soktu, biraz sakinlestim, biraz su ictim ama farkindayim ki banyoda uzun bir sure gecirmem gerekli ve derhal! Allah'tan o anda bizim otobus geldi ve tekrar eve dogru yola ciktik. Insanin sagligi yerinde olmayinca gozunde hicbir sey olmuyor walla, ne gezi, ne kacan tren, ne yanan rezervasyonlar, hicbiri!

Eve gelir gelmez uzun bir banyo seansina girdim, evet balikti bu, baska birsey degil! Sonrasinda hemen istirahat, ihlamur, su takviyesi derken sabah 6'ya kadar uyanik kalmisiz. O saatten sonra ancak daldik uykuya...

Sonraki gunler toparlanmakla gecti. Yorgunluk + halsizlik halim hafta boyu devam etti. Sonraki hafta ise eteklerim tutusmus durumdaydi. Projelerin yetismesi icin sayili gunler vardi onumde ve kafayi toparlayip yazmasi hic kolay olmadi...

Artik hic hevesli degilim Amsterdam'i ya da Danimarka'yi gormeye. Acaip hevesim kacti. Iyi olsam da gitmem bu sene. Artik ne zamana kismet olursa... Allah saglik versin de, gerisi hikaye... Bu da bu hikayeden cikarilacak ders olsun :))

Not: Kucuk Denizkizi da zaten Cin'e gitmis, en az 6 ay oradaymis. Gitsek de goremeyecekmisiz...

Not2: Fotograflar Keukenhof Bahcelerine ait, buradan ve buradan. Son foto ise Kopenhag'daki unlu Kucuk Denizkizi heykeli. 
DEVAMINI OKU

SOSYAL AĞLAR


İZLEYENLER

Blog Arşivi

HER GÜN MUTLAKA

NE ARADINIZ, YARDIMCI OLALIM?

Kişisel Blog

Copyright © Benden ve Bizden | Powered by Blogger
Design by Lizard Themes | Blogger Theme by Lasantha - PremiumBloggerTemplates.com