28 Eylül 2012

Uyku

Bambino bu akşam ilk defa m.eme emmeden uyudu. Daha doğrusu ememeden.

Burnu çok tıkalıydı ve temizlememize izin vermedi.

Uykusu gelince yatağa yattık, m.eme emmeye teşebbüs etti ama tıkalı burnu izin vermediği için iki fırttan öteye gidemedi. Ben de ikisini aynı anda yapamayacağını, isterse emmeden uyuyabileceğini söyledim. İkna oldu.

Yan yana yattık. Ben ona şarkı söyleyip hikaye okudum. O da yanımda kah sağa kah sola döne döne bir 10 dk debelendi.

10 dk sonra bana bile uyku çökmüştü. Birlikte uyuyakaldık :)

Bir sonraki gün de aynı şekilde ama daha çabuk bir şekilde uyudu.

Ama sonraki günlerde burnu açılınca eski şartlara geri döndük. Emerek uyudu bizimki.

Olsun, önemli olan emmeden uyuyabileceğini görmüş olması, görmüş olmamız.

Gece uyandığında ise hala m.eme istiyor.

Gün gelir, o da biter. Biliyorum.

O yüzden acelem yok.
DEVAMINI OKU

27 Eylül 2012

Şiddet



Son yazımdan bu yana kafamda hep var olan düşünceler ve kaygılar iyice su üzerine çıkıp beni esir almaya başladırlar. Ben ki işyerinden otoparka bile giderken kendimi güvensiz bir ortamda gibi hissediyor, her an bir yerden herhangi bir anlamda şiddet/taciz görecekmişim gibi korkuyorum. Gerçek bu.

- Ülke gündeminden eksik olmayan şiddet/taciz türü kötü haberler bir şekilde algımız etkileyip bunları normalleştiriyor.
- İnsanlar hiç farkında olmadan geçmişlerinden gelen kötü anıların etkisiyle kişilik bozukluğu sergiliyor.
- Toplumu oluşturan bireyler patlamaya hazır birer ayaklı volkan.
- Her anlamda (illa fiziksel olacak değil) şiddet gören bireyler bunu virüs gibi diğerine bulaştırarak yayıyor.
- Geçmişle yüzleşip hesaplaşıp yoluna devam etmeyi seçenler çok çok az. Bu konuda bilinç yok, eğitim yok.
-Devlet politikaları her zaman olduğu gibi altyapısız, günü kurtarma peşinde olduğu için hastalıklı halimiz nesiller boyu devam edip gidiyor.

Bunlar benim kişisel düşüncelerim. 
Daha da var da içinizi karartmayayım daha fazla.

Dün Blogcu Anne'nin bir yazısını ve basında yer alan bir haberi okudum. Küçük bir çocuğun kendinden küçük başka bir çocuğa şiddet uygulayabilmesi (bunun için uygun ortamı  ve uygun zamanı sağlaması, bunun için bir PLAN yapmış olması) için mutlaka başka birinden şiddet görmüş olması gerekiyor. Çok üzücü. İleride anne baba olacak bu çocuklar büyük ihtimalle çocuklarına da şiddet uygulayacaklar. Belki hiç istemeden. Belki şiddet uyguladıktan sonra pişman olarak ama yine de bunu yapmaktan vazgeç(e)meyerek. Bu bir virüs. Bundan kurtulmak o kadar kolay değil. Bir kere bilinçli bir şekilde durumu kabullenmek ve psikolojik destek alarak geçmişle hesaplaşmak gerekiyor. Ülkemizde bu yönde bir toplumsal politika yok. Bireyler kendi kendilerine bulacaklar bu çözümü. Topluma yayılan bir farkındalık yaratma ve sorun çözme eğilimi olmadığı için de bu virüs nesilden nesile geçip gidiyor. Öfke dolu, şiddet dolu bir toplum olarak yaşamaya devam ediyoruz.

Bu sabah okuduğum biz yazı bütün hislerime tercüman oldu. Aynen buraya alıyorum:

"Uzunca zamandır çocuğun ceza ile “adam” edilemeyeceğini, ceza ile “adam edilmiş” çocuğun ise adam olamayacağını yazıyorum, çiziyorum, anlatıyorum.

Çocuk, ceza ile terbiye olmaz, diyorum.
Cezanın yıkıcı tesirinden bahsediyor, ceza alan ceza vermeye başlar, böylece ceza bir süre sonra şiddete dönüşür ve şiddet kısır döngüsü içinde aileniz acı çeker, diyorum.
Ama şiddet ruhumuza öylesine sinmiş ki bir bardak suyun içine damlayan bir damla mürekkep gibi, ayrıştırmak neredeyse imkânsız hâle gelmiş.

Hâlbuki çocuk, yetişkinden alacağı ceza korkusu ile değil, yetişkine duyduğu “güven” duygusu ile ancak “insan” olabilir.

Öğretmen ödevini yapmadı diye bir çocuğu sınıf içinde azarlasa, kolundan tutup dışarı çıkartsa, aşağılasa, belki bir sonraki sefere o çocuk ödevini yapar getirir ama o öğrencinin içinde tuhaf bir şekilde kopan, güven duygusudur. “Kendisine karşı güven duygusu kaybedilmiş bir yetişkin” dünyanın en iyi öğretmeni dahi olsa “insan” yetiştiremez, yetiştirse yetiştirse, belki iyi bir matematikçi, iyi bir mühendis, iyi bir bankacı yetiştirir o kadar.

Çocukluk yıllarında güven duygusunu yitiren kişilerin benlik yapıları kaygılı olur.
Kaygı ise birçok davranış bozukluğunun temelidir.

Anne babasının bu denli üzerinde baskı kurduğu çocuklara bakıyoruz; bazen “kimlik kaygısı” oluşmuş, bazen “sınav kaygısı”… Aslında kaygısızca sınava girse çok daha başarılı olacağı hâlde, sınav sonunda kendisine yönelen bakışlara nasıl karşılık vereceği düşüncesi, bildiği soruları bile yapamamasına sebep oluyor. Unutuyor çocuk… Beyni durmuş gibi hatırlayamıyor kaygıdan… Kaç defa gördüm, sınav günü yaklaştıkça suratı bembeyaz olan, panik atak nöbetleri başlayan, ortaokul-lise öğrencisi olduğu hâlde altını ıslatmaya başlayan çocuklarlar var... Yazık değil mi bir insanı bu hâle sokmaya.

Çocuk eğitiminde yöntem bu mu olmalı?

Yöntem bu olursa, kendisine şiddet uygulanan çocuk da gider kendi gücü yettiği kişiye şiddet uygular.

İşte rakamlar ortada, merak eden gitsin baksın. TÜBİTAK’ın Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi ile yaptığı ortak çalışmada liselerde akran şiddeti yüzde 90. Yani her 10 lise öğrencisinden 9’u okuldaki diğer öğrencilerden şiddet görüyor. Hem de bunların yüzde 20’si cinsel şiddete maruz kaldıklarını ilan etmişler bütün yetkililere. Rastgele bir çalışmadan değil, tam 10 bin öğrenci üzerinde yapılan bilimsel bir çalışmadan bahsediyorum.

Biz yanıldık… Eğitimciler yanıldı… Yöneticiler gerçekten çok yanıldı…

Çocuk ceza ile yetişmezdi. Ceza ile çocuk yetiştirmek bir gelenek hâline geldi. Başka da bir yöntem bilemez olduk şimdilerde.

Mevlana’nın yaşadığı bir ülkede, insanları güven duygusu içinde yetiştirmek yerine, onları “kedi” terbiye eder gibi, sıkıştırarak, ezerek, döverek, ceza vererek terbiye etmeye kalkınca sonuç bu oluyor işte.

Mevlana’lar artık yok ortada… Olsa bile önce anne babası kabul etmiyor yumuşak huylu, halim selim çocuğu. “Böyle mıy mıy mıy olursan tabii okulda da dayak yersin, sokakta da!..” diyerek çocuklarını şiddete teşvik ediyor ebeveynler.

Evde böylesi şiddet için davet alan, okulda kendisine şiddet uygulanan çocuk, içindeki bu zehri sokaklara kusuyor.

İşte bakın, trafikte şiddet…

Aile içinde şiddet…

Kadına şiddet…

Markette şiddet…

Siyasette şiddet…

Medyada şiddet…

Reklamda şiddet…

Kendisine ve ailesine onurlu bir yaşam sunmak isteyen ebeveynler ciddi bir karar verip neredeyse toplumsal cinnete dönüşmüş olan şiddet kısır döngüsünden çıkmayı başarmalıdır.

Erdemli olmak, kendini ezdirmemekle değil, başkasını ezmemeyi öğrenmekle olur…
Ve toplumsal erdemi yakalamak, kendini korumak için saldırganlığın öğretilmesi ile değil, başkalarına güven ve emniyet sunabilecek kadar duyarlı bireylerin yetiştirilmesi ile mümkündür..."
DEVAMINI OKU

25 Eylül 2012

O Dersten Bu Derse


Haftasonu o aktiviteden o aktiviteye koşan ebeveyneler moduyla takıldım biraz. Dünyayı onların gözüyle görmeye çalıştım. Bize uyar mı diye yokladım. Bambino'yu gözlemledim. Böyle bir haftasonu olmasının temel nedeni kojonun evde çalışması gerektiğiydi aslında :) Anne-oğul takıldık Cumrtesi günü. Pazar günü kojo bana acıdı, oğlunu da özlemiş, bırakmadı bizi sağolsun :)

Neler yaptığımıza gelince:

Cumartesi günü sabah 8:30'da evden çıktık. Normalde Bambino 7'de uyanmış olur ama hiç bu kadar erken kendimizi dışarı atmazdık. Yataktan kalk, banyoya git, evdeki perdeleri aç, camları aç, Bambinoyu giydir, eşyalarını hazırla, yiyeceklerini koy, kendin giyin, kahvaltı hazırla, Bambinoya yedir, kendin ye, dişini fırçala, saçını tara, Bambinonun dağıttıklarını topla, Bambinonun olur olmaz isteklerine sakin bir şekilde cevap ver, istediklerinin makul olanlarını yap, çantanı toparla, anahtarları bul, Bambinoya ayakkabı giydir, suyunu iç, kendi ayakkabını giy, kapıyı açıp Bambinoyu çıkart, çantaları al, kapıyı kitle, arabaya bin (tam olarak bu sırada olmasa da aşağı yukarı bu şekilde).... Bir baktım ki saat 8:30 olmuş.

Dersimiz 9'da başlıyor ve yer olarak da bize oldukça ters bir yerde. Neyse, bir şekilde 9 olmadan ulaştık müzik dersimizin olduğu yere.

Bambino dersin yapılacağı odaya girip keşfetmeye başladı. Biraz keşiften sonra kendi boyunca bir mutfak tezgahını üs olarak belirledi ve kendince yemek pişirmeye başladı. Dersin öğretmeni güzel ve canlı bir abla, elektriklerin kesik olduğunu ve o nedenle çokça şarkı söyleyeceklerini söyledi. Bence bu müzik setinden daha güzeldi. Toplamda 5 çocuk olunca ders başladı. Şarkılar söylendi, ritim tutuldu, müzik aletleri tanıtıldı, herkes sırayla müzik aletlerini çaldı, topla oynandı, yine şarkılar söylendi. Bambino çoğunlukla mutfağında kaldı ve yemek pişirdi. Benim gruba katıldığım bazı zamanlarda yanıma geldi ve eşlik etti. İstemediği şeyler olduğunda mutfağa geri döndü. Ablanın çaldığı darbukadan korktuğunu söyledi. 

Bu derste edindiğim izlenim Bambinonun tam bir görev adamı olduğu yönündeydi. Öğretmen ablası "Haydi şimdi tüm topları kutuya koyuyoruz" dediğinde sadece kendi toplarını değil, diğer topları da kutuya koydu Bambino. Ya da ablası bir şey yapılmasını istediğinde tam olarak yapmaya gayret etti bizimki. Tüm gruptan alkış ve sempati toppladı bol bol. 

Bir saat süren dersin son 15 dakikası çocuklar artık dikkat toplayamadıklarından başka şeylerle ilgilenmeye başladılar. Bambinonun mutfağı oldukça ilgi gördü. Başka çocuklar gelince bizimki geri çekildi. "Tencerem nerede?" diye kendi kendine söylendi ama hamle yapıp dolap kapağını açmakta çekimser durdu. Başkalarının kendisine engel olacağını hissetti devamlı. Ben önce bir şey söylemeden izledim sadece. Sonlara doğru biraz cesaret verdim "Bak, şu taraftan bakabilirsin dolaplara, arkadaşın orada oynuyor, onu engellemezsin" dedim. Bir iki hamle yaptı ama diğer çocuğun hareketlenip dolabı Bambinodan önce açması üzerine geri çekildi tekrar. Baktı olmuyor mutfağı bırakıp başka oyuncaklara yöneldi. Mavi bir araba buldu, elinden düşürmedi. Hatta eve kadar getirdi :)

Ders 10'da bitti. Bir süre diğer çocukların ebeveynleri ile sohbet ettik, bahçedeki oyuncaklarla oynadık ve sonra diğer dersimizin saatini beklemek için vakit geçirmeye başladık. Arabaya gidip meyve yedik. Biraz m.eme emdi Bambino. Sonra da diğer derse doğru yola çıktık. Ders saatinden önce oraya gitmemiz iyi oldu, ortamı görmüş olduk.

Bu ders jimnastik dersi gibi birşeydi. Benzer yaş grubundan oluşan çocuklar bir konu çerçevesinde aletlerle oynuyor, iniyor, çıkıyor, tırmanıyor, kayıyor, hareket ediyordu. Ara sıra şarkılar söyleniyor ve değişik aktiviteler yapılıyordu. Biz ilk defa katılıyorduk ama diğer çocuklar kaç haftadır birlikte olduklarından birbirlerini tanıyorlarmış. Hatta jimnastik dersi öncesi sanat dersi varmış, oradan çıkıp geliyorlarmış birlikte. "2 yaşındaki çocuğa ne sanatı yahu?"dedim ama öyle değilmiş, birlikte sanat eserleri üretiyorlarmış. Neyse. Derse girdik. Bizimki keşfetti önce her yeri. Tırmandı, indi, hopladı, zıpladı kendi başına. Gruba pek katılmadı. Ben de onun yanında durdum. Bir ara gruba katıldım, belki yanıma gelir diye ama pek gelmedi bizimki. Bir kaydırağı çok sevdi, mavi, böyle döne döne çıkıyorsun, tek parçadan oluşan değişik bir kaydırak. Çok sevdi onu, defalarca çıktı, kaydı. 

Günün konusu ayılardı. Ayı resimleri gösterildi. Ayılar nasıl yaşar anlatıldı. Sonra ayıların bal sevdiğinden hareketle arılara geçildi. Oyun ablası odanın değişik yerlerine küçül peluş arılar sakladı, çocuklar da onları bulmaya çalıştı. Bu esnada hayretler içinde kaldığım anlar yaşadım. Zira, anne-babalar çocuklarından daha hırslı ve sabırsız bir şekilde çocuklarına arıların yerlerini göstermeye, "Çabuk al onu", "Sen almazsan başkası alacak", "Bak seninkini almaya başkası geldi" gibi cümleler sarf ettiler. Yahu bu oyun değil mi? Yarış mı yapıyoruz burada? Çocuğun eğlenmesine, keşfetmesine neden fırsat tanımıyorsunuz? Bırakın kendi kendine bulsun, eğlensin, zevk alsın, değil mi? O an etrafımın yarış atı yetiştirmek isteyen anne-babalarla çevrildiğini fark ettim ve o dakika o odadan çıkmak istedim. Sonra düşündüm, "Yahu şimdi böyleyse, birkaç yıl sonra Bambinonun okul arkadaşı olacak bu çocuklar, öyle ya da böyle. O zaman ne yapacağım?" "Kaç kaç nereye kadar kaçacağım?" Ne kadar koruyacağım oğlumu?

Bambino benim bu düşüncelerimden habersizce kaydırağında kaymaya devam ediyordu. Bir yandan "Aman oğlum, hiç bulaşma böylelerine" diyordum, bir yandan da "Eldeki malzeme bu yavrum, idare edeceksin, sonuçta toplum içinde yaşıyoruz ve sosyalleşmen de gerekli" diyordum kendime. O sırada bir anneanne elindeki iki arıdan birini Bambinoya vererek düşüncelerimi dağıtmış oldu. Bizimki arısını hiç elinden düşürmedi, veren kadına da teşekkür dolu bakışlarla baktı. 

Sonra arıların bal yapması için çiçeklerden oluşan bir platform oluşturdular. Herkes arısını çiçeklere götürüp polen topladı. Sonra da polenleri bala dönüştürmek için kovana götürdü. Kovanda yapılan baldan herkes bir parmak alarak yedi. Kovanın önün çocuk dolu olduğundan Bambino pek yanaşmak istemedi. Daha doğrusu yanaşmak istedi ama korktu çocuklardan. Kendine bir zarar geleceğini düşündü herhalde. Ben ve oyun ablası onu cesaretlendirerek "Hadi sen de al baldan bir parmak" dedik ve Bambino diğer çocukların yanına yaklaşarak (yine aralarında bir metre vardı herhalde) uzaktan parmağını kovana uzattı ve bal aldı :) 

Saat ilerledikçe tırmanma, çıkma, atlama, hoplama gibi aktivitelerin olduğu bir parkur hazırlandı ve çocuklar sırayla hareketleri yaptılar. Ancak sıra diye birşey yoktu doğrusunu söylemek gerekirse. Tam Bambino mindere tırmanacağı vakit başka çocuklar ve büyükleri Bambinoyu beklemektense kenardan kıyıdan olaya dahil olup mindere çıkıp ilerlemeyi tercih ettiler. Sadece bir büyük (az önceki büyükanne) torununa sıranın Bambinoda olduğunu ve beklemesi gerektiğini söyledi. Ama o sırada bizimki çocuğu görür görmez minderden iniverdi acele bir şekilde. Böylece sırasını o çocuğa vermiş oldu. Kadın da bizimkinin yavaş ve kendi torununun daha hızlı olduğuna dair birşeyler söyleyip torunuyla parkurda ilerlemeye başladı.

Anlayacağınız, iyi bir izlenim edinemedim o oyun grubunda. Yarışmak, birini geçmek, kendine çalışmak, bencillik, üstten bakmaca, alttakini ezmece, empati yoksunluğu, bireyselcilik, herşeyin en en en en'ine sahip olma isteği, at gözlükleri gibi ibareler kafamda uçuştu durdu ders boyu.

Bambino da çoğunlukla kendi kendine takıldı. Bazı grup aktivitelerine de katıldı ve çok zevk aldı. Paraşüt açmaca, baloncuk yapmaca, oyuncak toplamaca gibi. Şarkıları ilgiyle dinledi ve sevdiklerine alkış tuttu (Sabahki müzik dersinin de etkisi var tabi).

Ders bittiğinde Bambino ayrılmak istemedi. Dışarıda oturup defalarca aynı yapbozla oynadı. Ben de yanında oturup takıldım. Yine gözlemdiğim birşey, gelen gidenin hep diğerlerine küçümser gözlerle bakması oldu. Çocuğu ne giymiş? Kendi ne giymiş? Hangi marka? Arabaları nedir? bakışlarını yakalamak çok da zor olmadı.

Oradan Bambinoyu çıkartmak kolay olmadı. Neyseki arabaya binince yorgunluktan uyudu. Ben de onun uyanmasını bekledim. Günü kalanında balıkları izledik, yemek yedik, market alışverişi yaptık, yol kenarındaki toprak alanda keşifler yaptık, anneanneye gidip sadece bir saat oturduk, sonrasında parka gittik, arabaları izledik ve akşam olduğunda evimize gelip babayı alıp parka spor aletleri ile oynamaya gittik (Bambino çok seviyor aletleri!).

Cumartesi günü yaşadığımız bu tecrübeler bana kendimi tanıma fırsatı da verdi. Gerçekten kalabalığı sevmiyorum. AVM'lerde sadece işim varsa durabiliyorum, yoksa bana fenalık geliyor. Mütevazi, eşitlikçi, yapıcı, alçak gönüllü ol(a)mayanların yanında uzun süre duramıyorum. Hırslı insanlar bana uzak olsun lütfen. Ve çocuğuma da.
DEVAMINI OKU

Saymak

Bambino sabah kendi kendine oynarken konuşuyor. Bir ara kulak kabartayım dedim ki ne duyayım:

- Bir, iki, üç, dört, beş, alt, yedi, sekiz, dokuz, on.

Saydı bitirdi :)
DEVAMINI OKU

21 Eylül 2012

Tonton

Gece boyu rüyalar görüp "Anne kitap oku" "Baba bunu tamir et" diye sayıklayan Bambino sabah mahmur gözlerle kalkar. Anne baba yanında yatmaktadır. Bambino gözlerini oğuşturur, yatakta doğrulur ve halet-i ruhiyesini açığa vuran cümleyi söyler:

- Bu Tontonun uykusu var!

Kojoyla bende uyku falan kalmaz, birbirimize bakıp gülmeye başlarız. Sonra da Bambinoyu mıncırmaya :))
DEVAMINI OKU

20 Eylül 2012

Otomatik Hayat

 
Bu aralar boşlukta hissediyorum kendimi.
Otomatik pilota bağladım gidiyorum sanki.
Üzgün değilim, kırgın değilim.
İiyim aslında. Çok şükür.
İstediğim şeyler var.
Evrene mesaj ve enerji gönderiyorum bol bol.
Şimdiye kadar olmamasında vardır bir hayır diyorum.
Olur mu olmaz mı bilemiyorum.
Hayırlısı diyorum.
Ama aklım ve kalbim hep orada.
O nedenle otomatik pilottayım sanırım.
Öyle öyle, evet.
Böyle işte..
DEVAMINI OKU

18 Eylül 2012

Rol Değiştirmece

- Bambino yavru köpek olsun. Anne, anne köpek olsun.
- Baba ne olsun?
- Baba Alpay olsun.

:)
DEVAMINI OKU

11 Eylül 2012

Bardaklaşma Etkinliği


Sevgili Madam Dö Gonç'un ev sahipliğini yaptığı bir bloglar arası etkinliğe ilk defa katıldım. Bardaklaşma Etkinliği olarak adlandırılan bu olayda, çekilişle eşleşen kişiler birbirlerine bardak hediye ediyorlar. Yanına da ufak tefek hatıralar, artık gönülden ne koparsa. İyi ki de katıldım. Çok tatlı bir blogcu ile tanıştım bu sayede. Hamarat Kedi Aynur'a tekrar çok teşekkür ediyorum. Madam'a da vesile olduğu için tekrar teşekkürler. Sayesinde hediyeleşmenin güzelliğini tekrar hissettim.
DEVAMINI OKU

4 Eylül 2012

Bambino 23 Aylık

Bir ay daha bitti gitti sevgili okur. Zaman ne kadar çabuk geçiyor, her zaman hayret ediyorum.

Bambino 1 ay daha büyüdü. Son ayda algılama kapasitesi ve dil gelişimi dikkat çekti :)

En sevdiği renk: Yeşil. Sonra mavi geliyor. Pembe ve gri gibi renkleri de söylüyor ve ayırt edebiliyor.

En sevdiği meyve: Kendisine sorsan "ki-i" ama aslında koruk :) Ondan sonra karpuz, mayhoş erik ve elma/armut geliyor.

En sevdiği kitap: Anneye "Türk Kahvesinin Serüveni" adlı kitabı okutmak. Yanlış okumadınız, kahve makinesi aldığımızda kutudan çıkan minik ve albenisiz bu kitap Bambinonun son zamanlarda bana okuttuğu tek kitap :) Dün uyurken 5 kere okudum. Kahve falı ile ilgili sayfayı sevmediği için o sayfayı her seferinde atlatıyor bana, bunu da not edeyim :))

En sevdiği dışarı oyunu: Kaydırak. Ters kayıyor Bambino :) Yüzü koyun yatıyor kaydırağa, öyle kayıyor. Alem oğlan bizimki.

En sevdiği şarkı: Şarkılar anneye söyletiliyor. Babanın şarkı söylemesine kızıyor. "Baba sen sus" diyor hemen. Anneye ördekli şarkı (Yıldız İbra.himova), komik şarkı (Annenin Susam Sokağı'ndan hatırladıklarından), do bir küla donduma (TRT Çocuk şarkılarından, Annenin şarkı hafızasından), daldan dala ve uyku saati (Yıldız İbra.himova) en sevdiklerinden.

En sevdiği kıyafeti: Mavi ve yeşil olsun da fark etmez :) Geçen gün kışlık polar giyip çıktı dışarı :) Çıkartmak için ikna etmemiz gerekti uzun süre. Bir de arabalı çoraplarını çok seviyor (Mo.thercare'den almıştım)

Dil Gelişimi: Algılama kapasitesinin artmasıyla olaylar arasında neden-sonuç kurabilmeye başladı Bambino. Bu diline de yansıdı, bize birkaç cümle ile hikayeler ve olaylar anlatmaya başladı. Bir de kendi kendine kelime oyunları yapıyor. Mesela bana gelip "Anne-lep" diyor. Ben de ona "oğul-lep" diye karşılık veriyorum. Daha sonra yüksek sesle "anne-lep" diyor, ben de yüksek sesle "oğul-lep" diyorum. Sonra kısık sesle tekrar ediyoruz. Çok eğleniyor. Ama oyunu kendi başlatacak. Ben durup dururken "oğul-lep" dersem karşılık vermiyor. O ne zaman isterse :)

Aynı şekilde babasına da "baba-lep" diyor. Babası da "Bambino-lep" ya da "oğul-lep" diyor.

Başka bir gün aynı oyunu adlarımızın sonuna "t" ekleyerek yapıyor. "Anne-t", "Baba-t".

Başka bir gün "anne-p" "baba-p"...

Daha hangi versiyonlarını yapacak bakalım? :)

Oyunlar: Su ile oynamayı hala çok seviyor. Ancak son zamanlarda yoğurdu keşfetti. Masanın üzerinde yoğurtla rahat bir 20 dk oynuyor. Tabi yer gök yoğurt oluyor ama olsun.

Magnetlerime kıydım sonunda ve hepsinin Bambinonun ulaşabileceği seviyeye indirdim. Koleksiyonumun bir bölümü kayıp :) Ama birkaç tanesini Bambino çok seviyor. Hepsini ayrı ayrı inceliyor. 

Çok güzel yuvarlak çizmeye başladı. Düz çizgileri de çok güzel. Galiba bana çekecek ve solak olacak bizimki, kalemler hep sol elde. 

Kendinden büyük çocukların ortamında özellikle anne-baba yanında ise çok mutlu oluyor. Tek başına olduğunda biraz tırsıyor. Onların oyunlarını gözlemliyor. Geçen gün parktaki oyun oynayan çocuklardan 1'den 10'a kadar saymayı kapmış, papağan gibi tekrarlıyordu kendi kendine "altı, yedi, şekis" :)))

Bambinoya birşey öğretme gayem hiç olmadı, öyle bir gerek duymadım. Gerek yok zaten. Çocuk doğal ortamlarda herşeyi öyle güzel öğreniyor ki kendi akışında. Oturup da "Bak bu yeşil, bak burada 3 top var" gibi şeyler demeye hiç gerek yok.

Karakter: Bambino hassas bir çocuk, burası kesin. Çevresinde de kendi gibi sakin, mülayim tipler arıyor. Gürültücü, ağlak çocuklar ona göre değil. Bir çocuk ağlıyorsa "Bebeyk aaliyo, mama istiyo" diyerek kendince bir sebep buluveriyor :) 

Biraz inatçı, biraz değil bayağı hatta. Giyim konusunda bir etkimiz olamıyor. Bezini değiştirmiyor son zamanlarda. Bazen ikna olursa onay veriyor. Geçen pazar günü bez bağlatmadı, ben de havuzda giydiği mavi naylon bezini taktım. Öğleden sonraya kadar da çıkartmadı. Islaklıktan rahatsız olmuyor kesinlikle. Bu da demektir ki tuvalet eğitimine daha var.

Her çocuk gibi adalet konusunda hassas. Ve birey olduğunu hissetmek ve hissettirmek istiyor. Bir de terrib.le t.wo olayı var, ara ara kendini hissettiren. İstediği şeyi ikiletmeden yapmak gerekiyor, yoksa başlıyor ağlamaya. Genelde ağlatmadan yapmaya çalışıyorum, yapamayacak durumdaysam konuşarak oyalayıp zaman kazanıyorum. Ben değil ama babası ilgi odağını değiştirmekte bayağı iyi. 

Son dönemdeki tatillerden sonra benden ayrılması çok daha zor olmaya başladı. Bakıcı teyzesiyle başından beri tam bir bağ kuramadığı için sabahları oldukça zor ayrılıyorum evden. Bir şekilde idare ediyoruz işte. Yapacak fazla bir şey yok bu konuda.

İşte böyle sevgili okur. "Doğan büyüyor" işte :)
DEVAMINI OKU

SOSYAL AĞLAR


İZLEYENLER

Blog Arşivi

HER GÜN MUTLAKA

NE ARADINIZ, YARDIMCI OLALIM?

Kişisel Blog

Copyright © Benden ve Bizden | Powered by Blogger
Design by Lizard Themes | Blogger Theme by Lasantha - PremiumBloggerTemplates.com