27 Aralık 2016

2016'dan 2017'ye


2016 yılı herhalde kime sorsanız zor bir yıl olarak tarihte yerini alacaktır.
Kişsel olarak, toplumsal olarak, hr türlü mikro ve makro bazda herkesin zorlandığı, zor zamanlar yaşadığı, zor süreçlerden geçtiği bir sene...
"Neyseki bitiyor"
"Bitsin gitsin artık" diyor etrafımdaki çoğu kişi.

Peki ben ne düşünüyorum, ne hissediyorum?
2016'nın zor bir yıl olduğuna katılıyorum, evet.
Ama şu anlamda farklı bakıyorum duruma: 2016 yılı bana çok şey öğretti.
Katı bir öğretmendi benim için.
Gerçekleri çat diye yüzüme vurdu, beni çırılçıplak bıraktı.
Saklanacak yer bulamayınca olan ile yüzleşmekten başka çarem kalmadığını gördüm.
Ve yüzleştim bazı şeylerle.
Karanlıklarımla, göz ardı ettiklerimle.

2016 yılında suçluluk ve değersizlik duygularım gün yüzüne çıktı.
Hem de pat diye, hiç beklemediğim zamanlarda.
Bu duyguların bende bu kadar derinde bir yer edindiğini hiç fark etmemişim.
Ya da fark etmişim ama üzerini örtmeyi, onlardan kaçmayı tercih etmişim.
2016 beni bu anlamda yakaladı.
Kendimle yüzleşmemi sağladı.
Bu duyguları ne kadar dönüştürebildim bilmiyorum, muhtemelen bu konuda gidecek daha çok yolum var ama artık onlardan kaçmıyorum. Farkındayım. Bu bile benim için büyük bir başarı, büyük bir adım.
Minnettarım.

2016 yılının başları biraz depresif başladı benim için.
Ücretsiz izinden dönüp işe başladım yıl başında.
İşyerindeki durumlar çok da iç açıcı değildi.
Evdeki durumlar da öyle.
Profesyonel destek almaya başladım.
Üzerinde çalışmak istediğim konu ile asıl çalışmam gereken konu birbirinden epey farklı çıktı, şaşırtıcı bir şekilde.
Beni asıl etkileyen şeylerin bambaşka olduğunu fark ettim.
Ve o destek ile birlikte yavaş yavaş bir dönüşüm sürecine girdim.
Minnettarım.

O süreç devam ederken yeni bir arkadaş grubunun içinde buldum kendimi.
Ve şimdiye kadar göz ardı ettiğim bir yönümü keşfettim o grup sayesinde: Dişilik.
Kadınlık deyince hep annelik gelmiş benim aklıma ve anne kimliği ile var olmuşum, özellikle çocuklardan sonra.
Kadın olduğumu ne hissetmişim, ne de hissetmeye izin vermişim.
Erkek gibi olmakla, erkek gibi düşünmek ve davranmakla bir yerlere gelebileceğimi kodlamışım hep. Ve bu kodlama hep işe yaradığı için başka türlüsünü denememişim bile.
Öyle doğal bir akış içerisinde bu yönümle yüzleştim ki.
Bilerek isteyerek değil, olaylar öyle geliştiği için.
Yapbozun parçaları öyle güzel biraraya geldi ki.
Çabasız, kendiliğinden.
Ve bahsettiğim bu grup yıl bitmeden dağıldı, yani kısmen. Ömrünü tamamladı.
Bana dişiliği öğrettiler ve gittiler. Değiştiler, dönüştüler.
Hep birlikte dönüştük.
Minnettarım. 

Profesyonel desteğe birkaç ay devam ettim, sonra o süreç de kendiliğinden bitti.
İhtiyaç hissetmedim birkaç ay sonra.
Şubat ayında içine girdiğim arkadaş grubu bana beni anlatan ayna oldu.
Kızkardeşler gibi paylaştık herşeyi.
Uzun uzun güldük, uzun uzun ağladık.

Sonra yaz geldi, Temmuz ayında 6 günlük yurtdışı görev seyahatim oldu.
Önce tüm aile gidelim derken son günlere doğru tek başıma gitme durumum ortaya çıktı.
İyi ki de öyle olmuş, dönüşüm 15 Temmuz günü oldu çünkü.
İyi ki ısrar etmemişim ya da tek gidiyor olmama olumsuz tepki vermemişim.
Frankfurt çok güzel ağırladı beni.
Katıldığım program çok şey kattı bana.
Anglo Sakson bir grupla yakınlaştım ve genel olarak çok keyifli vakit geçirdim.
Minnettarım.

 Döndüm, 15 Temmuz günü, memleketin durumu malum.
Temmuz ayındaki olaylardan sonra "Acaba yurtdışına mı gitsek?" diye bir soru oluştu kafamızda.
Çevremizdeki pek çok insan gibi.
Biraz çabaladık kojoyla.
Kapılar aralansaydı belki şimdi burada olmayacaktık.
Ama olmadı, kısmette yokmuş.
Henüz şartlar oluşmamış.
Oluşur ya da oluşmaz, bilemem ama şimdi değilmiş zamanı.
Kaldığımız yerden devam ettik hayata.
Minnettarım. 

Ağustos ayındaki tatil benim için başka bir deneyimdi.
Bambaşka...
Biraz anlatmaya çalışmıştım, burada.
Ruhumun havalandığını hissetttim.
Fiziksel dünyanın ötesinde varoluşlar olduğunu.
Farklı enerji boyutlarını.
Minnettarım. 

Bu deneyimden sonraki iki ay müthiş bir enerji patlaması ile yaşadım diyebilirim.
İçimdeki enerji öyle boyutlara geldi ki bazen, işimi yapamaz hale geldiğimi hatırlıyorum.
İşi gücü bırakıp enerjiyi takip ettim, etkisi hafifleyene kadar.
Araba kullanırken hissettim bazen, trafikte devamlı gülen biri gördüyseniz o ben olabilirim :)
Eylül sonunda katıldığım bir eğitim de enerji konusunda ilerlememe yardımcı oldu.

Ve 13 Ekim.
Arkadaşımın annesinin trafik kazasında vefat ettiği gün.
O gün iki ayda yaşadığım herşey sıfırlandı.
Hızla tavan yapan enerjim daha büyük bir hızla tabana vurdu.
Böyle olmasını bekliyordum, daha doğrusu evrenin kanunu bu.
Hiçbir şey sonsuza kadar devam edemez ve bir uçta olan bir şey diğer uca doğru gitmek zorunda ki kendini nötrlesin.
Sadece ne zaman ve nasıl oalcağını bilmiyordum.
Arkadaşıma verdim biriken tüm enerjimi.
Bir annesi vefat edene, bir de zor bir süreçten geçen başka bir yakın arkadaşıma.
Ama ne oldu?
Bana birşey kalmadı.
Kolumu kaldıramayacak kadar güçsüz düştüm.
İçime kapandım, depresifleştim.
Bu da bir süreçti.
Minnettarım.

Sonra bir arkadaşım kendime getirdi beni.
Bana içinde bulunduğum durumu tüm gerçekliği ile gösterdi ve çıkmam için elini uzattı.
Onun elini tuttum ve dipten yükselmeye başladım.
Bu da bir süreçti, zaman aldı.
Yine birşeyler öğrendim kendimle ilgili.

Kendini tanıma yolculuğunun sonu var mı ki?

Ve öyle böyle derken yılsonu geldi.
2016'yı şehirdışındaki programlar ile kapatıyorum.
Geçen hafta önce İstanbul, sonra da Çanakkale gezilerini yaptım.
İkisi de çok verimli ve çok öğretici oldu benim için.
Hele Çanakkale gezisinden sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorum.
Harika bir grubun içinde buldum kendimi.
Yol arkadaşlarım var artık.
Ve bir yola girdim, giriyorum.
Girmeye niyet ediyorum.
Minnettarım.

Herşey için minnettarım.

Bu yıl yılbaşı coşkusu farklı bende.
Fiziksel olarak hiçbir şey için heyecan duymuyorum.
Ama 2017'nin benim için başlangıçlar yılı olacağını umuyorum.
Yeni bir başlangıç. Yepyeni bir bakış açısı.
Herşeyin yenilendiği bir dönem başlıyor sanki.
Beklentim yok.
Ama çabam var.
Artık düşünceden eyleme geçme zamanı benim için.
Daha çok eylem.

Çocuklardan hiç bahsetmedim farkındaysanız :)
Benimle ilgili olan şeyleri yazdım 2016 için.
Ama bir şeyi not düşmek isterim.
Aralık ayının ortasında Bambinayı sütten kestim.
Uykusuzluk, geceleri oluşan sırt ve bel ağrıları (Bambina ile birlikte yatmamız ve sabaha kadar açık büfe süt içiyor oluşu nedeniyle) artık istemedğim bir hale dönüşünce ve Bambinanın Bambino kadar aşırı ısrarlı bir doğası olmayınca epey konuşma, bol telkin ile bu süreci güzel bir şekilde tamamladık diye düşünüyorum.
Benim şehirdışına gitmemi bekleyip döndüğümde tamamen kesmeyi planlamıştım ama ben gitmeden bir hafta önce Bambina telkinleri uygulamaya dökmeye başladı kendiliğinden.
Artık benimle uyumuyor ve ben malesef onu uyutamıyorum, bu da normal bir sonuç.
Çünkü benimle başka türlü nasıl uyuyacağını bilmiyor. Bu konuda deneyimi yok.
Kojo ile birlikte salonda yaptığımız yatakta uyuyor iki haftadır.
Uyumak için babasını istiyor minnoş :)
Babasının da canına minnet tabi :)
Bambinoda yaşayamadığı birlikte uyuma hallerini Bambinada doya doya yaşıyor.
Çok şükür, bin şükür.

Herkese mutlu, huzurlu, sağlıklı, şefkat ve gelişim dolu bir 2017 diliyorum :)
DEVAMINI OKU

6 Aralık 2016

74 Aylık Bambinodan İnciler

- Ayağım kaşınıyor
- Hangi ayağın?
- Sooaağ
:)

- Anne, bu tür taklitler yapman hiç hoşuma gitmiyor!
- Peki oğlum.
(Ezik mode on)

Yaptığı yapbozu dik olarak tutup sergilemeye çalışınca yardım etmek için elinden alınca tüm parçalar bir anda yere düşüverdi.

- Anne! 20 saattir uğraştığım şeyi mahvettin! Tüm emeklerin boşa gitti!
(Bu cümleyi kuran biri 6 yaşında olamaz, hayal mi görüyorum ne?!)

Bambino büyüdükçe bazı zamanlarda (bazıdan daha fazla hatta) kendimi karşısında çocuk gibi hissediyorum :)

Bambino kendisi hedef alınarak yapılan şakalardan pek hoşlanmıyor, kendine lakap takılmasını sevmiyor. Hikayelerde adının geçmesinden haz etmiyor.

Bildiğin salon adamı.

O tam bir beyefendi :))

Servis arkadaşları seviyor diye iş çıkışı beni arayıp altın çilek siparişi verecek kadar düşünceli.
Ve plancı. Öyle ki, telefonda bana altın çileği nereden almam gerektiğini bile söylüyor :))

Zihni durmaksızın çalışan ama zihninin de kurbanı olan bir çocuk Bambino.
Korkuları var çünkü. Zihninin oyunları işte.
Karanlıktan korkuyor, hırsız geleceğinden korkuyor, yalnız olmaktan korkuyor.
Bu da geçer elbet.
Başka şeyler başlar :)

Hassas oğlum benim!
Seni çok seviyorum!!!

DEVAMINI OKU

5 Aralık 2016

Bambina 22 Aylık


Bambinonun 22 aylık yazısı burada.

Bambina günden güne serpiliyor, büyüyor.

Evde hepimizi taklit ederek geçiriyor zamanını.
En büyük idolü tabi ki abisi.
O ne yerse onu yiyor, ne giyerse onu giyiyor, nerede oturursa orada oturuyor.
Öyle bir hale geldi ki bu durum, evde sıklıkla şunu söylemeye başladım:
- Bambina kendini Bambino zannediyor :))

Hala konuşmuyor ama mimikler ve taklit yolu ile her derdini anlatmaya devam ediyor.

Hşşş (bana ipad den şarkı açın)
Hşşş baba (baba bana video açsın)
Hşşş E-Ay (abi bana video açsın) (baba yok ise ya da ondan yüz bulamadıysa ikinci adres abi :)) )
Babba iş (Baba işe gitti)
Nani (Nane) (Bunu yeni söylemeye başladı)
Mamma (Genelde mandalina için söylüyor bunu)
Bes (beş) (Bunu çok fazla yerde kullanıyor)

Banyodan çıkartmak istiyorum mesela. Eliyle de 5 yaparak "Bes" diyor, yani 5 dakika daha durmak istiyormuş :))

Sevgi kelebeği Bambina, aklı estikçe gidip birilerine sarılıyor, kucaklıyor.

Çıplak beden seviyor. Göbek deliği, meme uçları hiç kaçmıyor elinden :)))

Çok çok hareketli ve cesur. Yüksekten düşmeyi çok seviyor. Kaymayı, atlamayı, tırmanmayı, sürünmeyi de.

Müzik kulağı var Bambinada. Şarkıları mırıldanıyor, henüz söyleyemese de. Ama çok ilginçtir, melodileri tutturarak söylüyor. Epey isabetli yani. Hangi şarkıyı mırıldandığını biraz dikkat edince anlayabiliyorum. Bunu bir kenara not alalım :))

Sanat ve spora ilgili olacak sanki Bambina. Hele abi kurslara gittiğinde kendisi de çok istekli davranıyor. Can atıyor yapmak için.

Meme ile arası abisi kadar olmasa da yine de çok iyi. Özellikle sabaha karşı çok yoğun istiyor. Büyük konuşmayayım ama sanki bu işin sonuna doğru geliyoruz gibi gibi..

Mavi ve pembeyi seviyor.
Hava soğuk olduğu için dışarıda oynayacak kimseyi bulamıyor ama evdeki abinin varlığı bu konuda epey yardımcı.

Yemek konusunda günü gününe tutmuyor, bir gün yediğini sonra bir ay yemek istemeyebiliyor. O nedenle ne sunacağımı bazen şaşırıyorum diyebilirim.

Kızsal tavırlar, kaprisler, nazlar acaip :)) Özellikle babaya karşı tüm hünerler sergileniyor. Biraz ders alsam iyi olacak aslında :)))

DEVAMINI OKU

2 Aralık 2016

Balığa Gidelim


Haftabaşında bir akşam anneanneden almaya gittim çocukları.
Hava nasıl soğuk, zaten karanlık çökmüş.
Bir an önce eve ulaşmak tek amacım :)

Bambino elinde bir dal parçası ile göründü uzaktan. Dala bağlanmış upuzun bir misina ve ucunda da nerden akıl edildiyse hani böyle musluk başı gibi ağır, metal bir parça. Ağırlık yapsın diye düşünülmüş belli ki.

Bambino: Anne, beni şimdi Eymir'e götürür müsün, eve gitmeden önce?
Ben: Hı?
Bambino: Anne, bugün olta yapımı atölyesine katıldım, işte bu oltayı yaptım. Şimdi de balığa gitmek istiyorum.
Ben: Anladım ama şimdi akşam oldu yavrum, çok karanlık.
Bambino: Ama balık tutmak için görmeye gerek yok ki, balık gelince hissediyorsun zaten.
(Sanırsın 40 yıllık balıkçı!)
Ben: Hmmm (Dumur vaziyette) ... Peki, nerde tutacaksın, kayığımız falan yok?
Bambino: Kenarda durup tutabilirim, açılmaya gerek yok.
Ben: Hava çok soğuk?
Bambino: Arabanın içinde dururum gölün kenarında.
Ben: (Ne diyeceğini bilemez halde, aklına gelen ilk şeyi söyler) Anladım, bu konuyu babanla konuşsan daha iyi olur (Topu kojoya atmaca)

Pek tatmin olmayan Bambino, yolda kendi çözümünü kendi bulur:

- Anne, bari küveti dolduralım da orada balık tutayım ben!

:)))

Ben: Bak o olabilir işte :)

Sonuç?
Eve gidilir, küvet doldurulur. Bambina abisinin dibinden ayrılmadığı için ikisi birlikte balık tutmaca oynarlar. Oltanın ucundaki ağırlığın yarattığı tehlike potansiyeli nedeniyle ben de başlarında beklerim, oyunları bitene kadar :))
DEVAMINI OKU

18 Kasım 2016

Biraz da Benden

Öyle hızlandı ki zaman.
Gündemimde olan bir konunun birkaç saat sonra yerini başka bir konuya devrettiğini görüyorum.
Hepsi farklı, hepsi ayrı konular.
Birine odaklanıp duygularımı tam anlamıyla hissedemeden ve yaşayamadan bir başkası geliyor.

Ağustos'taki tatilden beri enerjim epey yüksekti.
Normalden daha fazla hem de.
Ben bile şaşıyordum hallerime, düşüncelerime, hislerime.
Elbette ki hayat döngülerden ibaret.
Her çıkışın bir inişi, her inişin de bir çıkışı var.
Benim çıkışım 2 ay sürdü...

13 Ekim'de bir arkadaşım bir trafik kazası sonucu annesini kaybetti.
O arkadaşım ile o tarihte İzmir'deydik, günübirlik.
Çok da güzel bir gün geçirmiştik.
Akşam arkadaşımı eve bıraktıktan sonra kendi evime gittim.
Yarım saat sonra beni aramış, telefon sessizde olduğu için duymamışım.
Gece gördüm, sabah soluğu yanında aldım.
Tüm enerjimi arkadaşıma verdim, yapılması gerekenlerle ilgilendim.
Sonrasında müthiş bir iniş yaşamaya başladım.

Yardıma ihtiyacı olan bir başka arkadaşıma da elimden geleni yaptım, birkaç gün sonrasında.
Ama hissettiğim şey şuydu: Beni emip bitiren bir vampir. Benim tüm gücümü kendine almış ve hala güç talep etmekte olan bir enerji vampiri.

İki hafta kadar tabiri caiz ise "süründüm".
"Düşük güç modu"nda yaşamaya başladım.
Bu arada çok ilginçtir ki hiç ummadığım insanlar arayıp sormaya başladılar, görüşmek istediler.
Vaktim olmadığı için görüşemedim, iyi ki de görüşmemişim. Onların da vampir olduğunu ertesi hafta görüşünce anladım.

Ne çok insan varmış başkalarının enerjisi üzerinden yaşayan.
Ve ben ne kadar az farkındaymışım bunun.
Kendimi koruyacak şeyleri ne kadar az uyguluyormuşum.
Bilerek ve isteyerek kendimden verip duruyormuşum.

Beni inişte iken durduran kişi çok yakın bir arkadaşım oldu.
Fiziksel olarak aramızda mesafler vardı ama sözleri ruhumu tam 12'den vurmuştu.
Mario Frangoulis ile tanıştım o gün.
Yunan tenör kendisi.
Dinleyin :)

İnişi durdurduk ama hala çıkışta olduğum söylenemez.
Öyle çok şey olup bitiyor ki çünkü.

6 Kasım'da evde çocuklarla oyun oynarken burnuma bir darbe aldım.
"Burnum acıdı" dedim ve oynamaya devam ettim.
1,5 saat sonra baktım hala acıyor, gecenin 9'unda acilde buldum kendimi.
Burnum kırılmış!
Bir de çatlak var.
Ertesi gün iki farklı KBB uzmanı ile görüştüm.
Ameliyata gerek olmadığını, kemiğin kendi kendine kaynayabileceğini söylediler.
Ne bir sargı, ne bir atel.
Öylece çıktım yanlarından.

Daha önce de trafik kazası geçirip burnumu kırmıştım, buyrun buradan hatırlayın.
Nisan 2014'te, İstanbul'dan gelirken otobüsün ani fren yapması nedeniyle kafamı ön koltuğa çarpıp burnumu kırmıştım.
Bu ikinci kırık oldu.
Ha, bir de 2006 Şubat'ında deviasyon ve burun eti ameliyatı olmuştum.
Onu da sayarsak bu 3. vaka.

Günler geçtikçe nefes problemi yaşamaya başladım.
Burnum hafif sağa kaykılmaya başladı.
Ve ağrıyor.
Soluğu estetik cerrahi uzmanında aldım, KBB'cilere güvenim kalmadı artık.
Detaylı muayene ve sonrasında çektirdiğim tomografiye bakınca 3. ameliyatın gerekli olduğu ortaya çıktı.
Ama 6 ay sonra.
Önce kemik kaynayacak ve güçlenecek.
Şimdilik Mayıs 2017 olarak not aldık ameliyat tarihini.

Benim başıma bunlar geldi ama ne doğru düzgün dinlenip kendime gelebildim, ne de kendime üzülecek an bulabildim.
Çevremde öyle travmatik olaylar olup bitti ki, kendi derdimi yaşayamadım.

Bir arkadaşımın beyninde 5 cm tümör tespit edildi ve 4 gün sonra ameliyata alındı.
Öyle "tesadüf" eseri tespit edildi ki bu durum..

Başka bir arkadaşımın babası felç geçirdi. Durum kritik.

Ne ara yaşlandık da evlilik, çocuk gibi güzel haberler yerine hastalık ve ölüm haberleri daha çok almaya başladık?

Günlük koşturmaca öyle bir hıza ulaştı ki yazmaya kalksam ben yazıyı bitirene kadar tedavül süresi dolmuş olur kesin.
İşyerindeki durumlar...
Evdekilerin halleri..
Kojonun durumları...
Annemlerin hali...

Geleni yaşıyorum.
Enerjimi yükseltmeye çalışıyorum.
Grip olmayaydım iyiydi!

Az kalsın unutup yazıyı bitiriyordum, 15 Kasım'da bir yaş daha aldım :))
Fotoğraf o güne ait :)
DEVAMINI OKU

5 Kasım 2016

Bambina 21 Aylık


Bambinonun 21 aylık yazısı burada.

En sevdiği renk: Mavi

En sevdiği oyuncak: Fi.sh.er P.r.ice'ın konuşan köpeği.

En sevdiği şarkı: "Wheels of the bus go round and round" Bu şarkıyı istediği zaman "şşşş şşşş" diyor. Meğer şarkıdaki "Mothers on the bus say sshh shh shh..." bölümünden öğrenmiş :)

Uyku: Çok parçalı. Gece bana göre çok kere kalkıyor ve emerek uykuya devam ediyor. Birlikte yatıyoruz. Saabh uyanınca benim de uyanıp kalkmamı istiyor hemen. Bir de üst katta yatan abisini merak ediyor ve soruyor. Biraz daha sabır.

Beslenme: Yumurtanın sarısını vermeye başladık, şimdilik bir sorun görünmüyor. Süt ve peynir hala yemiyor. Tuzludan ziyade tatlıya meyilli minnoş ama çok tatlı olmayacak :) Değişik bir damak tadı var. Hala babasının yediklerini yemek istiyor, aynısı benim tabağımda da olmasına rağmen illa babasınkinden yiyecek :)) Kendi yemeğini kendisi yiyor. Doyunca kalkıyor, kendi işini görüyor.

Oyun: Hareketli oyunları seviyor. Birşeylerin yere düşmesi, aniden fırlaması gibi oyunlar çok hoşuna gidiyor. Tam bir aksiyon insanı. Kendi kendine evi dolaşıp şarkı söylüyor ve dans ediyor. Neşeli olduğunda kendi kendini çok güzel eğlendirebiliyor.

Konuşma: Malesef bu konuda henüz fazla yol alamadık.
Anne
Baba
E-ay
Dede
Avva (Anneannesi)
Maga (Maka)
Ba (Bitti)
Mmmm-mmmm-mmmm-mmmm-mmmm (Su)
Gaga (kaka)
ci (çiş)

Tüm söyledikleri bu kadar. Onun dışında bolca mimik ve ünlem çıkıyor ağzından. "A-aaaa" yı nasıl dediğinden anlıyoruz şaşkınlık ya da başka bir duyguyu anlattığını :)

Kızdığında vuruyor, ısırıyor, kendini yere atıyor. Konuşmaya başladığında çözüleceğini umuyorum.

Minyatür bir insan oldu çıktı Bambina. Evin minik neşesi, abisinin legolarına göz diken lego canavarı, babasının gözlüklerine dadanan yaramaz, annesinin makyaj malzemelerine sulanan kokoş, anneannesine istediğini yaptıran gözüaçık, dedesinin telefonundan şarkı izleyen tablet jenerasyonu üyesi, sevmesi, mıncırması pek keyifli tonton :))
DEVAMINI OKU

5 Ekim 2016

Bambina 20 Aylık

Bambinonun 20 Aylık yazısı burada, okuyup o günleri hatırlamak isteyenler için :)

Bambina da 20 aylık oldu çıktı.

Kendisi çok canayakın, sosyal, girişken, oyuncu, cilveli, flörtöz, hareketli oyunlardan keyif alan, acı eşiği oldukça yüksek bir kız bebek :)

Babası ile aralarındaki etkileşimi uzaktan izledikçe mest oluyorum, bir flört ediyorlar gözümün önünde, anlatamam :)) Bakışmalar, manalı gülüşmeleri göz süzmeler.. Yahu nasıl da biliyor kız çocuğu bu tavırları, mimikleri? Fıtratta var işte.. Hayret ediyorum ve kendime ders ççıkartmaya çalışıyorum. Yetiştirilirken kendimi korumak ve kendimi toplumda kabul ettirebilmek için erkeksi tavırların daha çok istendiği şeklinde bir yargı ile büyüdüğüm için kadın olan aslımı reddetme noktasına kadar gitmiş bir insanım ben :)) Kızımdan öğreneceğim çok şey var o nedenle :))

Sinirli kadın Bambina :) İstediği olmadığı an kendini yere atıyor ya da çoğlık çığlığa bağırıyor.. Eskisi gibi bir yerleri ısırmıyor, onun iyi olmadığını anladı.. Bazen çok içerliyor, öyle zamanlarda kucağıma alıp ağlamasına izin veriyorum ve duygusuna ayna oluyorum. Eğer timsah gözyaşları ise hiç oralı olmuyorum, yerde tepinmeye ve ağlamaya devam ediyor bir süre daha. Çok şükür ikisini genelde doğru ayırt edebiliyorum :)

Abisi ile video izleme konusunda anlaşamıyorlar. Bir düzen tutturmuştuk ama yeni ihtiyaçlar yeni düzenlemeler gerektiriyor. Elbet yeni bir düzen kurarız bu konuda da, no problem!

Abisi küçükken masadaki tüm yemekleri birbirine karıştırır, tabaktakini bardağa, bardaktakini masaya filan dökerek kendince icatlar yapardı. Bambina da aynısını yapmaya başlayınca bir an dejavu yaşıyorum sandım :)) Çok seviyor yemekleri oyuncak etmeyi. Bazen görmezden geliyorum, bazen doğruca banyoya götürüyorum, bazen de izin vermiyorum (ki o zaman çığlığı basıyor). İdare edip gidiyoruz işte :)

Dışarıda olmayı çok seviyor Bambina. Tüm gün gezsin, ondan mutlusu yok :) Hele yanında ablalar abiler var ise, ortam kalabalık ise değmeyin keyfine :)

Mavi rengi seviyor Bambina. Eli hep maviye gidiyor. Benim de en sevdiğim renktir mavi, o nedenle çocuklarımla bu konuda ortak bir noktada olmamızdan memnunum :))

Pedalsız bisiklet Ne.o.m.oto'ya binmeye başladı Bambina. Kendi kendine sürüp ilerliyor evde.

Etle pek arası yok, arada bir köfte yiyor sadece. Patates seviyor. Meyvelerde bile seçici. Üzüm, kavun, karpuz, elma seviyor.

Hareketli oyun seviyor. Hiçbir şey bulamaz ise kendi kendine dönmeye başlıyor, illa bir eğlence buluyor.

Birşey istemediğinde kafasını iki yana sallıyor ve "ı-ıh" diye söyleniyor uzun uzun :)

Bir de "A-aaa" deyişi var ki efsane bir ünlem :)) Şaşırıyor, öyle içten, öyle samimi şaşırıyor ki alıp içime sokasım geliyor :)

Öyle böyle büyüyor Bambina, sevgiyle, neşeyle, sağlıkla.. Her halimize çok şükür..
DEVAMINI OKU

4 Ekim 2016

Bambino 72 Aylık- 6 Yaşında!

Bambino tam 6 yaşında bugün itibariyle!

Ne ara doğdun, ne ara büyüdün, ne ara okula başladın, ne ara tamamladın 6 yılı şu hayatta be yavrum?

"Doğan büyüyor." Net!

0-6 yaş ya da okul öncesi dönem belki de bir insanın hayatındaki en önemli dönem. Bilinçaltındaki çalışmaların büyük ölçüde tamamlandığı, en azından temel verilerin oturduğu bir dönem bitmiş oldu Bambino için. Bilinçaltında bu dönemde alınan telkinler doğruluğu ve geçerliliği değerlendirilmeden kabul ediliyor. Bu telkinlerin üzerine hep yenisi ekleniyor ve zaman geçtikçe iyice kalıplaşmış bir hal alıyor. Hatta ileriki yaşlarda ortaya çıkan tüm fiziksel ve psikolojik sorunlar bu kalıplaşmış telkinlerden meydana geliyor. Yani küçük yaşlarda işimize yarayan ve hayatta kalmamıza yarayan bu kalıplar büyüdükçe ayağımıza dolaşıyor ve bizi değişmekten alıkoymaya başlıyor. Bu sadece Bambino için değil, hepimiz için geçerli. Ego dediğimiz ve genelde kötü olarak nitelendirilen durum aslında yapısı ve mantığı anlaşılırsa mutlak kötü asla değil. Sadece artık egoya ihtiyacımız kalmadığını fark etmemiz gerekiyor belli bir seviyeye gelince :))

Oğlanın doğumgünü yazısını kişisel gelişim yazısına döndürmeyi başardığım için kendimi tebrik ediyorum :)))

Ama belli mi olur, ileride bu yazdıklarımı olur da okur ise kendini sorgular belki, ben yazıp denize atayım da, ihtiyacı olan gelir bulur nasılsa :))

Bambinonun aşırı çalışan ve durmayan zihin aktivitelerini dengelemek üzere kendisini beden farkındalığına yönlendirmeye bir anne olarak karar vermiş bulunmaktayım :)) Bu kapsamda kendisini yüzme ve jimnastik kursuna göndererek düşünmesine zaman bırakmamaya niyet ediyorum :)) Bedenini fark etsin, sınırlarını fark etsin, hangi organ ne işe yarar, nasıl nefes alıp verilir öğrensin. Öğrensin ki bedenine iyi bakmaya başlasın, bilsin ki o beden ona ömür boyu hizmet edecek. Sadece zihinden ibaret değiliz ki :))

Biraz fazla duygusal ve her an olur olmadık nedenler ile ağlamaya hazır kırılgan bir ruh haline de faydalı olur diye umuyorum bu aktiviteler. Zira beslenme yönünde delikler oluşmaya başladı. Eskisi kadar disiplinli ve katı davranmıyorum yiycekler konusunda. Bambino da canı ne çekerse ucundan kıyısından da olsa yiyor artık, çok temel şeyler haricinde (süt ve peynir gibi). O nedenle de duygusal hassasiyeti biraz fazlalaştı. Tabi bunun başka sebepleri de var: Kardeşinin varlığı ya da okulda hoşuna gitmeyen şeylerin oluşu gibi. Yine de biliyorum ki herşey zihinde olup bitiyor. Hatta bugün okuduğum bir yazıda şöyle diyordu: "Vücuduna iyi bakmak istiyorsan ruhuna yatırım yap." Hmm, belki Bambino için yoga ya da çigong tarzı bir kurs bulup programa eklemeliyim :)))

Kendine karşı farkındalığı minimum olan Bambino kişisi, başkalarına karşı süper bir farkındalığa sahip olup asla hiç kimseyi incitmek istemez. Dün yüzüne yanlışlıkla çarptığı için yüzünü Bambinoya doğru uzatıp "Sen de bana vur istersen" diyen arkadaşının yanağına ansızın bir öpücük konduran bir erkekten söz ediyorum burada :)))

Arkadaşları onun için çok değerli. Biliyorum ki hayattaki en temel dersleri onlardan alacak. Kazığı da onlardan yiyecek, en temel değerleri de onlardan öğrenecek. Ne diyeyim, Allah iyilerle karşılaştırsın!

Hayatının ilk 6 yılını geride bıraktı Bambino, acısıyla tatlısıyla. Mükemmel bir anne-baba asla olmadık, olamadık, olamazdık da. Geçmişte yaşadığımız bazı olaylar için çok üzüldüğüm, kendimi suçladığım oldu ama bir şekilde tüm yaşananları dönüştürmeyi ve kendimi affetmeyi başardım. Bambino bizim ailemizi seçtiğine göre elbette bizden de alacağı dersler ve halletmesi gereken durumlar olacak. Büyüyünce psikologlara birlikte gideriz belki :))))

Her ne olursa olsun, bizim ona verebileceğimiz tek ve en önemli şey koşulsuz sevgi. Her ne olursa olsun onu sevmek. Yine bugün okuduğum bir yazıda şöyle diyordu: "Sevginin bir adım ötesi sevdiğin kişiyi kendinden özgürleştirmektir." Bu yolda yürümeye devam..

Yolun açık olsun yüreği güzel, aklı güzel, kendi güzel oğlum. Buraya geliş amacını her daim hatırla ve hep iyi hisset, her ne olursa olsun. Seni Seviyorum.
DEVAMINI OKU

6 Eylül 2016

Sonsuzluğu Deneyimlemek


Bazı şeyleri yazmak, yazıya aktararak kayıt altına almak zor, öyle zor ki hem de.
Kelimeler yavan gelir, yetersiz gelir, soğuk gelir, sınırlı gelir.
En sıcak sözcükler bile yetmez hissiyatı betimlemeye.

Deneyimlediğim şeyi paylaşmak istiyorum, kayıt etmek, yazılı hafızamda bulundurmak.

Sonsuz bir özgürlüğe sahibiz aslında.
Yaşadığımız bu dünya bir illüzyon, bir yanılsama.
Maddi evrendeki herşey gelip geçici.
Biz kesinlikle Einstein'in dediği gibi fiziki deneyim yaşayan ruhlarız.
Ve ruh herşeyi ama herşeyi biliyor.
Ruhlar birbirini tanıyor, hangi bedene girmiş olursa olsun.
Fiziki olarak hangi yaşta, hangi ırkta, hangi cinsiyette görünür olursa olsun.

Ve insan kesinlikle iç sesini dinlemeli.
Zihninin şüpheciliğini ve analitik bakış açısını, eğer içinden bir ses yükseliyorsa, durdurabilmeli.
Çünkü iç ses her zaman doğruyu ve gerçeği söyler.
Fısıldayan ses, ruhumuzun sesidir.
Ve ruh herşeyi bilir.

Bir akşam sahilde güneşin batışını izlemek için oturmuştum.
Hafiften grip olmaya başlamışım, elimde mendil.
Dalgaları izliyorum.
Akşama doğru hırçınlaşan ve sesi artan dalgaları.
Ama hasta halime iyi gelmiyor bir türlü dalgaları izlemek.
Yoruyor beni, hem görsel hem işitsel olarak.
Dingin hissedemiyorum kendimi, bir huzursuzluk.
O anda zihnimde bir cümle oluşuveriyor:
"Ufuk çizgisine bak, orası sana dinginlik verir"
Denileni yapıyorum, gökyüzü ile denizin birleştiği o çizgiye kaydırıyorum bakışlarımı.
Ve müthiş bir dinginleşme hissediyorum.
Huzur, sükunet.
Gözlerimi hiç ayırmıyorum ufuk çizgisinden sonrasında.
Uzaklarda herşey öyle dingin ki.
Bu an bana ruhum tarafından gönderilen bir cevaptı.
Buna eminim.
Güneşin batışını izleyip ayrılırken teşekkürlerimi sundum ruhuma, yaradana, benliğime, büyük plana.
Hem de defalarca.

Yaşadığım anlardan sadece biriydi bu.
Doğa ile başbaşa kalıp içime kulak verdiğimde neler olabileceğini gördüm, deneyimledim.
Sınırsız özgürlük hissini tattım.
İçimde yükselen enerjiyi ve güneş patlamaları gibi devamlı patlayan enerji bombalarını hissettim.
Ruhumun dans edişini, çekime girişini, hatırlamasını, bilmesini, sınırsız olasılıkların varlığını deneyimledim.
Şükrettim, bol bol şükrettim.

Heyecanla ve beklentisiz bir şekilde beklemedeyim şimdi, akıştayım daha doğrusu.
Bir şeylerin dönüm noktasında olduğumu, son dönemeçten sonra birşeylerin değişeceğini biliyorum.
Neler olacak öngöremiyorum ama her ne olursa olsun "OL"makla ilgili olsun diliyorum.

Meryem Ana'ya gittik bu tatilde bir gün.
Tam da 15 Ağustos'a denk geldi gidişimiz, Meryem Bayramı varmış o gün.
Vatikan Büyükelçisinden tutun, tüm baş psikoposlar falan tam kadro orada.
Malesef ki katılım geçen yıllara göre çok düşük, malum memleket sebeplerinden.
Dilek tutup dua ettik.
İçimden hiç maddi dünyaya yönelik bir dilek geçmedi, hiç ama. İstesem de olmadı.
Hep maneviyat diledim. Manevi yolda ilerlemeyi diledim.
İyilik, güzellik, sağlık diledim.

Heyecan ve merak... Elbette arzular, istekler var.. Deneyimlediğim bu enerji ve bilinç daim olsun, ve oluyor...
DEVAMINI OKU

5 Eylül 2016

Bambina 19 Aylık

Bambinonun 19 Aylık yazısı burada.

Okuyunca, Bambinanın da benzer bir gelişim aşamasında olduğunu görebiliyorum. İyi ki blog yazıyorum, iyi ki bu anları kayıt altına alıyorum!

Bambina kendi kişiliğini ortaya koymaya devam ediyor dostlar. 

Oyuncu, eğlenmeyi bilen ve seven, neşeli, kendine yetebilen, abisine ve babasına aşık, süt nedeniyle ve başı sıkışınca anneci olan, erkeklerle birarada olmayı seven, kadınlara pas vermeyen (ablalar hariç) bir bebek-çocuk var karşımızda :)

Yeşil fasülye, bakliyat, tavuk, patates, makarna seviyor kendisi.

Tatile gittiğimzde ilk 5 gün suya ayağını sokmayarak ve bana da sokturmayarak "Bu yıl denize giremeyeceğiz anlaşıldı" dedirten Bambina, 6. gün abisinin havuzdaki eğlenceli hallerini görünce dayanamayıp havuza gayet korkusuzca atlayarak hepimizi şarşırtmış ve sevindirmiştir :))

Daha sonraki günlerde denize giriş seviyesi dizlerini geçmemiş olsa da beklentilerimizin üzerinde bir performans ile sahilde oyunlar oynama konusunda hepimizi sevindirmiştir Bambina :)

Abisinin erkek arkadaşlarına abisinden daha fazla ilgi göstermiş, hatta bir tanesi ile bütün akşam yemeği boyunca yan yana oturarak ve kendisine yemek yedirmesine izin vererek çocuğu onore etmiştir hanımefendi :)))

Yanına kendisini sevmeye gelen kadınları gözlerini kapatıp yüzünü başka tarafa çevirmek suretiyle reddetmiş, aynı nedenle gelen erkekleri ise kollarını açıp kendisini almaları konusunda heveslendirmiştir :)

İstemediği bir şey söylendiğinde ya da isteklerine red cevabı aldığında kendisini yerlere atmakta ya da ilk bulduğu şeyi sinirli bir şekilde ısırmaktadır. Bu anlarda can sağlığı açısından yanında bulunmamaya özen gösterilmektedir :PP

Cimcimemiz sevdiği kıyafetleri giymeyi daimi olarak talep etmekte, saçına toka taktırma konusunda ruh haline göre değişkenlik gösteren cevaplar vermekte ancak devamlı annesinin takılarıyla oynama konusunda istikrar sergilemektedir.

Abisinin yaptıklarını taklit ederek hayatı keşfetme yönünde ilkeli bir karar alan Bambina, bu doğrultuda legolar ve arabalar ile oynamakta, abisinin kareli gömleklerini giymekte, onun suluğundan su içmekte ve abisi gibi yüksekten atlama ya da tırmanış etkinliklerinde bulunmaktadır. Oldukça cesur ve korkusuz olduğu gözlenen Bambina abisine kaydıraktan baş aşağı kayma konusunda örnek olmuştur.

Uykusu gelince moduna göre yatağa ya da pusete yatmakta, uyurken dinleyeceği şarkıyı ipad'den kendisi seçmekte, uyumadan önce tüm ailenin nerede olduğunu sormakta ve her 1,5 saatte bir uyanarak varlığını hatırlatmaktadır. Sabaha karşı bu süre her yarım saatte bir olarak revize edilmektedir.

Söylediği kelimeler sınırlı olsa da söylenen herşey anlamaktadır:
An-ne
Ba-ba ya da bab-baaa
E-Ay (Abisi)
De-de
An-nie (anneanne)
Ga-ga (kaka)
ga (Kargayı taklit ediyor)
ha-ha-ha (Aynı şarkıdaki nakarat kısmını tekrarlıyor)
Ba (Bitti)

Bugün itibariyle okula başlayan abisinin ardından evde tek başına kalacak olan Bambinanın neler yapacağı merak konusudur :)))

DEVAMINI OKU

Bambino 71 Aylık ve İlkokul 1. Sınıf :)

Bambino artık ilkokul 1. sınıf öğrencisi :)
Zaman geçiyor işte, öyle ya da böyle.

Bambino geçen sene başladığı okulunda devam ediyor, aynı okul olduğu için ortama alışık.
Bu nedenle okulun ilk günü anne-baba olarak onu okula götürüp ritüel oluşturmak istemedik.
1. sınıfa anaokulundakinden daha fazla bir anlam yüklemek çocuğa ekstra stres oluşturmasın dedik.
Ve servis şoförüne teslim edip tek başına gönderdik kendisini okula :))

Bu sene yeni bir öğretmeni olacak, yeni arkadaşları olacak.
Umarım sınıfını, öğretmenini ve okulunu çok sever ve çok eğlenir :)
Okumayı, toplama, çıkarmayı, çarpmayı bildiği için 1. sınıfta sıkılacak mı bilmiyorum, olabilir, muhtemeldir ama eminim kendine göre çıkış yolları bulacaktır. Bir üst sınıfla takılması olasılığı yüksek :)

Geçtiğimiz ay içinde ise Bambino deniz ile hasret giderdi, tatil çocuğu oldu :)
Korkusuzca iskeleden atladı, kendi başına akşam eğlencesine katıldı ve çok çok eğlendi!
Anneye olan bağlılığı devam ediyor olsa da kendi başına da birşeyler başarabildiğini gördü, kendine güveni geldi.
Tüm gün açık havada olmak hoşuna gitti, dalgalar ve kum ile oynamayı çok eğlenceli buldu.
Boyu uzadı ama kilo almadı :)
Dış görünüşüne dikkat eder oldu, dışarı çıkarken yüzünü ve saçını kontrol etmeye başladı.

Arada bir bize zıt gitmesi erken ergenliğe işaret ediyor olabilir ama "O kadar da olur canım" diyerek geçiyoruz :)
Arkadaşlarından öğrendiği "ilginç" sözleri bizim üzerimizde deniyor, biz de sabrımızı ve sinirlerimizi deniyoruz sayesinde :P
Bazen duymazdan geliyoruz, bazen açıklama yapıyoruz, bazen de köpürüyoruz!

Kardeşinin üzerinde güç denemelerine başladı Bambino, oyun kıvamında başlayıp çığlık çığlığa biten sahneler yaşanıyor artık :)
Merak, kıskançlık, ilgi çekmek, deneme yapmak biraraya gelince Bambina açısından pek hayırlı olmuyor durumlar. Gerçi bazen de hiç ummadığımız bir şekilde çok eğleniyorlar bu şekilde. Alan razı, veren razı olunca fazla karışmıyoruz :)

Oğluşum, güzel ve eğlenceli bir okul hayatı geçirmeni diliyorum. Gitmen gereken yola her türlü şekilde gideceksin, buna eminim. Dilerim cesaret, şans ve iyi insanlar her daim seninle olur.
Seni Seviyorum Kuşum :)

DEVAMINI OKU

5 Ağustos 2016

Bambina 18 Aylık - 1,5 Yaşında


Bambinonun 18 aylık yazısı burada.

Bambina 1,5 yaşına ulaştı. Hey gidi hey!

Boy 80 cm.

Kilo 13 kg civarı.

Herşeyin minyatürü çok sevimli, bu insanlarda da geçerli :)

Minik eller, minicik parmaklar, minik dudak, küçük burun.. Sevmeye doyulmuyor azizim :)

Hayvanları çok seviyor Bambina. Sokaktaki kedileri elliyor, bıyıklarını, kuyruklarını çekiştiriyor (henüz ters hareket görmedi onlardan), sırtlarını okşuyor.

Dün akşam parkta kirpi gördü, iki de bir yanına gidip sevgi sesleri çıkarttı :)

Kitap sayfalarını büke büke çeviriyor (abi gıcık oluyor buna, kitapları kıvrılıyormuş!), her sayfayı çevirip son sayfaya gelince ısrarla devamını istiyor. Yüzüme bakıyor, ben de "O son sayfa, kitap bitti" diyorum. Kapatıp bırakıyor.

Büyük anneanneden gelen kalın Türkçe ders kitabını sayfa sayfa açıp postacının olduğu yeri buluyor. Onun postacı olduğunu söyleyip "Bak postacı geliyor selam veriyor" şarkısını söylüyoruz. Bu sahneyi bıkmadan usanmadan 5-10 kere tekrar ediyoruz :)

Kitapta hayvanlar var ise tüm hayvanların isimlerini teker teker söyleyip seslerini taklit ediyoruz, çok hoşuna gidiyor :)

Bambinoda da öyle miydi hatırlamıyorum ama Bambina durup durup gelip bacaklarımıza sarılıyor, otururken boynumuza sarılıp kendince öpüyor bizi. Nasıl hoşumuza gidiyor bilemezsiniz :) Kız çocuğunun doğasında var galiba bu sıcaklık :)

Konuşma konusunda çabası devam ediyor.

Ayyyyn-nea (Anne) (Bunu yatarken defalarca farklı ses tonlarında söylüyor, ben de her defasında onun adını söylüyorum karşılığında, oyun gibi)

Bab-ba (Baba) (Sokaktaki tüm erkekler)

E-ay (Abisini çağırıyor)

De-de (Dede)

Ayn-ne (Anneanne)

Ba (Bitti)

Birşey yere düştüğünde ya da ses çıkarttığında kahkaha atıyor Bambina.

Babasına çok güzel naz yapıyor, onun dokunmasını istemese bile aynı ortamda bulunmasını istiyor. Babası odadan çıkarsa arkasından mahalle sakini gibi avazı çıktığı kadar bağırıyor "Babbbbaaaa" (Nerdesin sen, gel buraya çabuk modunda!).

Çekmeceleri açıp kendi kıyafetini kendi seçiyor. Üzerinde kız çocuğu kafası olan yeşil tişörtü favorisi.

Son bir haftadır Bambinonun küçükken yaptığı gibi mutfak tezgahına çıkıp ya da sandalye ile yanaşıp su ile oynamak, bulaşık yıkamak, tezgahı silmek istiyor. Herşey bittiğinde doğruca üstünü değiştirmeye götürüyorum tabi ki :)))

Abisi ne yaparsa, ne yerse, ne ile oynarsa o da aynısını yapmak istiyor. Abisi "Kardeşim sarılalım mı?" diye kollarını açıp yanında gelince keyfi yerindeyse kocaman sarılıyorlar (Anne-babanın mest olduğu, eriyip bittiği, şükrettiği anlardan biri), keyfi yerinde değilse "ı-ıııııh" diyerek itiyor abisini (Abi bazen üzülüp hüzünleniyor, bazen de anlayışla karşılıyor)

Yemeğini kendisi yemeyi seviyor, biz yedirince farkına vardığı an sinirleniyor ve yemeyi reddediyor.

Nedensiz yere şarkılar mırıladanarak evde dolaşıyor.

Minik ayaklarıyla bir dans edişi var, görmeniz lazım. O dansı ben yapsam iki dakikada ter atarım kesin :) Çok yakışıyor dans etmek :)

Kollarını açarak kendi çevresinde dönüyor keyfi gelince, sonra da kendini yere bırakıyor :)

Horlayarak uyuma taklidi yapıyor minnoş :)

Karpuz, şeftali, biraz üzüm yiyor. Kiraz, kayısı, erik ile pek arası yok.

Azı düşleri gelmeye başladı, bayram haftası ateşinin sebeplerinden biri olduğunu tahmin ediyorum.

Bayramdan sonraki hafta ilk defa ayrı kaldık Bambina ile. İş nedeniyle yurt dışına gidince Bambinaya kojo ve anneannesi baktı. Süt bırakmadım ama gelince kaldığımız yerden devam ettik, çok şükür bir sorun olmadı.

Bambina, seni çok seviyoruz güzel tatlı oyuncu kız!

DEVAMINI OKU

4 Ağustos 2016

Bambino 70 Aylık


Bambinonun son ayının bir kısmı hastalık ile geçti, diğer bir kısmı da toparlanmakla.

Bayram tatilinde bile acillerde geçti günlerimiz, hatta doktor bulamadığımız için bir günde birkaç farklı hastaneye gitmek zorunda bile kaldık.

Yaklaşık 3 hafta sürdü, yüksek ateş ve halsizliği. Boğaz enfeksiyonu ile devam etti. Bayramdan sonraki haftasonu iyileşmeye başladı çok şükür.

Ancak o hafta da ben iş nedeniyle yurtdışına gitmek durumunda kaldım. İlk defa iki çocuktan da bir hafta ayrı kaldım.

Döndüğümde ise gündem değişti, bırak çocukları, kendime bile hayrım olmadı bir süre.

Bambinoyu eski gücüne döndürme çalışmalarımız devam ediyor sonuç olarak. Vitaminler, balık yağları, probiyotikler..

Yalnız et yediremiyoruz Bambinoya. "Ben diğer canlıların öldürümelerini hiç istemem, onların etlerini yemek istemiyorum" diyor önüne et konulunca. Ve kesinlikle isteksiz olarak birkaç lokma alıp bırakıyor. Çok erken oluşan bir farkındalık. Üstelik kojo da ben de et yiyoruz, böyle konulara hiç girmeden..

Et yemeyince de vücut kas yapamıyor. Kollar bacaklar çırpı gibi. Neyse, direnci yerinde olsun da..

En sevdiği oyuncağı legoları. Elindeki lego varlığına bakmadan yeni legolarla ilgili hayaller kuruyor devamlı, onda olmayan nitelikli parçaları düşünüp bize duyuruyor bir şekilde :)) İşini çok iyi biliyor.

"Anne, doğumgünüme ne kadar kaldı?"

"Bayram ne zaman?"

:)

En sevdiği renk mavi ve sonra yeşil.

En sevdiği yemekler yaprak sarması, makarna, kuru fasülye, barbunya, yeşil mercimek.

En sevdiği çizgi film Octonauts.

En sevdiği oyun lego oyunları.

En sevdiği kitap/yayın Süper Penguen ve lego kataloğu.

Resim yapmayı pek sevmiyor. Boyalarla pek arası yok.

Matematik yapmaya devam ediyor. Kendince hesaplar yapıyor. Hoşuna gidiyor.

Bir arkadaşımızın Bambino hakkındaki yorumu şu oldu geçtiğimiz ay içerisinde:

- Fiziksel olarak 6 yaşında ama zihin ve davranış olarak 17 diyebilirim.

Aynen öyle!

Karşımızda yetikin bir genç adam var gibi hissediyoruz kojo ile. Öz disiplini, kendi kendine karar verişi, olayları yorumlayışı, çözüm arayışı kesinlikle büyük bir yetişkin gibi. Hatta yetişkinlerde böyle öz disiplin olmuyor genelde :)

O nedenle Bambinonun akranlarıyla birarada olmasını önemsiyoruz. Çocukluğunu yaşayabilmesini, gülüp eğlenmesini, hata yapmasını, haylazlık yapmasını, zihnini devreden çıkarıp akışta kalabilmesini sağlamaya çalışıyoruz.

O nedenle bu hafta hariç her hafta yaşıtlarıyla birarada olabileceği ortamlara gönderdik Bambinoyu. Bu hafta dinlensiz istedik, kendi de öyle istedi daha doğrusu. Anneanne ve kardeşi ile evde bu hafta.

Umarım yaz bitmeden tatile de gidebilir, denizde de doyasıya vakit geçirebilir bu sene...
DEVAMINI OKU

29 Temmuz 2016

İstemek ve Ol'durmak

Oldurma, en basit tabiriyle bir şeyi oluşturma, yaratmadır. Buradaki yaratım yoktan var etme değil, olanı dönüştürmedir. Yani bir tür ruhsal enerji çevrimidir. Ruhumuzdaki potansiyel yaratım enerjisini evrene yansıtarak, evrende değişiklikler yaratmanın sanatıdır.

Hepimiz bunu The Secret’tan artık biliyoruz veya en azından duyuyoruz. Ama ben burada aslında arkadaki dinamikleri ve püf noktaları vermek istiyorum. Çünkü bahsettiğimiz kitap ve bununla beraber çıkan nice kitaplar, birçoğunu incelemesem de, yeterli püf noktaları vermiyor. Birçoğu rant kazanmaya odaklı olduğu için boş bilgilerle dolu. Halbuki yaratım sanatı, maji ismi altında en eski ezoterik ve okült konulardan biridir. Eğer bu bilgeliği ve sanatı öğreneceksek bunun için new age akımlarından çok, daha eski mistik kültürlerin öğretilerine bakmalıyız. Eğer yeterli bir incelememiz yoksa bu süreç bizim için tehlikeli bile olabilir.”İnan, olsun” kalıbı doğrudur ama eksiktir. İnanıp Ol’durmanın da bir prensipleri, bir mekaniği, ilmi boyutu hatta mühendislik işleyişi vardır. Ol’durmanın gücü, Yaratıcı’nın yarattığı düzenin bir işleyişini kapsar. 

Yasalar

Bir şeyleri yaratma yani ol’durmanın arkasında bazı yasalar vardır. Bu yasaları harekete geçiren kilit yasa irade yasasıdır. İrade yasasının tezahürü istemektir ve istemek ile konsantrasyon, bu yasaları aktif hale getiren anahtarlardır. Kısaca şu yasalar ol’durmada işler: 
İrade Yasası: Her şey irademiz dâhilinde gerçekleşir ve bizi insan kılan iradedir. İrade, isteği yaratır istek de oldurmanın ana maddesidir. Bu yüzden evreni harekete geçiren irademizdir. İrademiz ne kadar güçlüyse, evrensel değişimleri yaratmak o kadar kolaydır. Bir şeyleri yaratırken başkalarının iradelerine karışmamak oldukça önemlidir, yoksa irade yasasına ters davranmış oluruz ki, bu evrensel düzeyde hoş bir etki yaratmaz. 

Çalışma ve teksir yasası: İsteklerimizin olması için yeterli bir enerji eşik değerini geçmeliyiz, bunun için de istekleri oluşturma konusunda ısrarcı olmalıyız ve enerjiyi yoğunlaştırmalıyız. 

Külli çekim yasası: İki şeyin birbirini çekmesi veya itmesi olayıdır, yaydığımız düşünceler benzer enerjileri çeker. Benzeşimle birlikte çalışır.

Benzeşim (Sempati) yasası: Ruhsal Dünya da benzerler benzerleri yaratır.

Tedriç yasası: Her şeyin bir aşamalı gelişimi vardır. Haliyle isteklerimiz de evrende belli aşamalarda gerçekleşir, bu yüzden isteklerin gerçekleşmesi için belli bir zaman diliminden bahsedebiliriz. 

Tüme- varım (Bumerang) yasası: Her enerji çıktığı kaynağa geri döner. Bu dönüş katlı (üç katı, yedi katı vs.) olarak olabilir. 

Parça Bütüne aittir yasası: Parçaya yapılan etki bütünü, bütüne yapılan etki parçayı etkiler. 

Buradaki yasaların işleyişi, alttaki aşamaları da tetikler. Bu yüzden önce bu dinamikleri bilmek, püf noktaların işleyişini çözmemize yardımcı olur. 


İstek- Israrcı olma 
Bir dileğimizi ne kadar çok ister ve ne kadar çok ona odaklanırsak, evrene yaydığımız enerji de bir o kadar güçlü olacaktır. Bunu telefon sinyaline benzetebiliriz. Eğer telefondaki sinyal düşükse, bir başka kişiyle kesik kesik konuşuruz ve kendimizi zar zor ifade ederiz, buna nazaran sinyal yüksekse sesimiz daha net çıkar. İşte bir şeyi çok istemek ve istekte ısrarcı olmak ilk koşuldur. İstemenin şiddeti, evrene ulaşım sinyalini yükseltir. Bu yüzden en hızlı gerçekleşen şeyler, o sırada en çok ihtiyacımız olanlardır.  Bunu hepimiz deneyimleriz. Bir anlığına parasız kalırız, ihtiyacımız vardır, öyle bir gönülden geçiririz ki, mucizevî bir şekilde elimize para geçer. İhtiyacın fazla olması da, o şeyi derinden istememize neden olur. Bu da daha kolay evrene isteği taşır. 

Hazırlanış – Düzen 
Tedriç ve çalışma-teksir yasasından bahsettik.  Anlık düşünceler ve yayılan anlık enerjiler, evrensel dengeden dolayı hemen dağılır. (Buna mühendislikte entropi yasası denir, her şey düzensizliğe doğru gider.) Bu yüzden bir şeyi sadece istemek, o şeyin olması için yeterli değildir. Enerji belli bir süre sonra dağılmaya meyillidir. Lakin her gün düzenli olarak isteğimize konsantre olursak, enerji yoğunlaşacağı için dağılmadan aynı bir enerji topu gibi evrene yollayabiliriz. Bunun için aynı saatte ve periyodik olarak yapmak oldukça önemlidir. Kendimize bir gün veya süreç belirleyelim -mesela 7 gün gibi- ve aynı saatte düzenli olarak çalışmayı yapalım. 

İkinci olarak bir dileğin gerçekleşmesi için ne kadar uzun bir ön hazırlık aşaması yaparsak, bir şeyleri gerçekleştirmek o kadar kolaylaşır. Çünkü ön hazırlığa başladığımız anda enerji zaten odaklanmaya başlar, odaklanmış enerjiye isteği yükleyerek göndermek çok daha kolaydır. Ön hazırlıklara örnek vermek gerekirse, bir mum veya tütsü yakabilir, bunun yanı sıra ortamı fiziksel olarak arındırıp temizleyerek, toplayarak, ortamdaki ruhsal enerjiyi de düzenleyebilir, çalışma öncesi banyo yapabiliriz. (abdest almak, enerjiyle arınmak vs.) Bu ön hazırlıklar aynı zamanda çalışmanın ne kadar önemli olduğu mesajını bilinçaltına gönderir ve bizi buna inandırır. Özellikle dileğimizi gerçekleştirmek istediğimiz alanı temizlemek, enerjiyi daha net aktarmamıza yardımcı olur. Çünkü dağınık odalardaki enerjiler de dağınıktır, bu da enerjiyi yoğunlaştırmayı zorlaştırır. Feng shui, bu noktada devreye girer. 

İmajinasyon (imgeleme)
Kızılderili bilgeler, “Bir kişiyi ne kadar net imajine ederseniz, o kişiye o kadar kolay şifalandırırsınız.” derler. Aynı şekilde bir şeyi ne kadar net imajine edersek, o şeyi gerçeğe dönüştürmemiz o kadar kolay ve güçlü olur. Bu çok kilit bir noktadır. Haliyle, mesela gerçekleştirmek istediğimiz şeyi bir kâğıda yazdıysak, kâğıdı avucumuzda tutarken, duygularını dahi hissederek dileğin gerçekleştiğini güçlü bir şekilde imajine etmeliyiz. Sonra bu imajinasyonun enerjisini kâğıda aktarmalıyız. Bundan sonra o dilek kâğıdını yakmak, yüklediğimiz enerjiyi serbest bırakmamızı sağlar. 

Enerjiyi yükseltmek 
İsteğimizi oldurmak için konsantre olurken bir taraftan da enerjimizi yükseltmemiz gerekir. Bunun kullanılan en eski metodu mantra veya zikir kullanmaktır. Önce yavaşça başlanılan mantrayı, git gide daha hızlı söylemeye başlarız. Hızlandıkça enerji yükselir ve enerji tavan yapana yani en yüksek hıza çıkana kadar mantrayı tekrar etmeye devam ederiz. Burada kullanılan mantranın illa Sanskritçe veya Arapça olması gerekmemektedir. Mesela ev istiyorsak “Evim Var”, para istiyorsak “Para bana geliyor” gibi kalıplar da yeterlidir. Eski şamanlar bu enerji yükseltmeyi, dans ile yaparlardı. Dans ederler ve dansı hızlandırırlar, sonra bağırarak, yükselttikleri enerjiyi evrene serbest bırakırlardı. 

Bir diğer enerji yükseltme yöntemi mantra kullanmadan imajinasyonla ışığı auramıza çekmektir. İlahi ışığı taç çakradan alarak tüm auramıza yayar ve ilahi Olanla bağlantıda olduğumuzu hissederiz. Böylece enerjimiz çalışma için yükselmiş olur.

Başka bir yöntem de çember oluşturmaktır. Bunun için çevremizde hayali çember yaratırız (mavi-beyaz renkte). Daha sonra ellerimizi havaya kaldırır ve “Bu alemle ruhsal alem arasındaki sınırı kaldırıyorum, çemberdeki tüm isteklerim evrende gerçekleşir” diyerek yavaşça elleri indirirken bir sis perdesini araladığımızı imgeleriz. Böylece yarattığımız sınırlı enerji alanında evrenle bağlantı sağlayacak güçlü bir ilahi mabet yaratmış oluruz. Bu yöntemi yapacaksak, çemberi hep aynı yerde açmanın faydası vardır. 

Kelam 
Yaratıcı “Ol” demiş ve Evren yaratılma sürecine girmiştir. Özellikle “OL” dendiğinin vurgulanması yani bu emrin ses enerjisi olarak verildiği ifadesi tesadüf değildir. Burada pek tabi ki gizli bir bilgi vardır. Fizik öğretmenim Nuray Hoca, her zaman “Sözler, evrene vurulan mühürlerdir” derdi bana. Gerçekten de bir şeyi sesli olarak kelimelere dökmek yani süptil düşünceleri, daha fiziksel enerji olan ses enerjisine dönüştürmek, bir şeyleri ol’durmayı kolaylaştırmaktadır. O yüzden bir şeyleri dilerken bunları sesli dilemek, enerjinin gerçekleşmesini kolaylaştıracaktır. Aynı şekilde olumsuz şeylerin de sesli söylendiğinde daha çabuk başımıza geldiğini fark etmişizdir. Bu yüzden ne söylediğimize çok dikkat etmeliyiz.

Enerjiyi Serbest bırakmak 
En kritik nokta burasıdır. Birçok insanın isteklerinin gerçekleşmemesinin tek sebebi enerjiyi serbest bırakmayı atlamalarıdır. Israrcı olduktan, dileği dileyip, enerjiyi yükselttikten sonra, bir anlığa isteğimize dair hiçbir şeyi umursamamak, bir hiçlik duygu durumuna geçmek durumundayızdır. Böylece yaydığımız ve odakladığımız enerjiyi serbest bırakırız. Eğer gerçekleşmesini istediğimiz dileğe çok fazla odaklanırsak, enerji akışını tıkarız ve dileğimiz evrene ulaşmaz. İsteğimize odaklanmalı ama buna bağlı ve bağımlı olmamalıyız, böylece enerjinin ve dileğin akmasına izin verebiliriz. Bu aynı su hortumunun üzerine basmak gibidir ve bu da suyun akışını engeller. İstedikten, odakladıktan sonra tam bir güvenle gerisini evrene bırakmalıyız ve daha fazla (ta ki ertesi gün çalışmayı tekrarlayana kadar) o isteğe odaklanmamalıyız. 

Eğer mantra kullanıyorsak, bunu bir bitiriş cümlesiyle yaparız. “Öyle Olsun!” “Dileğim Gerçekleşti” gibi bir niyetle bağırarak son noktayı koyar ve enerjiyi bırakırız. Bu üzerimizde ki yoğun enerjiyi atmak gibidir. Eğer kâğıda enerji yüklediysek, enerjiyi serbest bırakmak için dilek kâğıdını yakmalıyız.

Saf niyet-şüphesizlik- Sessizlik 
Dileği dilerken ve diledikten sonra olabildiğince saf bir niyete sahip olmalı ve şüphe gibi kötü titreşimli enerjilerden uzak durmalıyız. Onun gerçekleşeceğine dair tam bir güvene sahip olmalıyız. “Gerçekleşecek mi acaba?”, “Ne zaman gerçekleşir?”, “Olursa hayırlı olmaz mı?” Gibi soru işaretleri ve gerçekleşeceğine dair şüpheler, yaydığımız enerjiyi kesintiye uğratır ve evrene zıt bir enerji gönderir. Bu şüpheler evren için,”Evet ben bunu istedim ama bir tarafım istemiyor” demektir. Bu da gerçekleşmesini engeller ve enerjilere set koyar. Bu yüzden hiçbir şüphe olmaksızın, saf niyetle istemeliyiz. 

Eski gelenekler, bir diğer önemli noktanın, dileğimiz gerçekleşene kadar sessiz kalmak olduğunu söylerler. Dilediğiniz bir şeyi ve çalışmayı insanlara söylemek, enerjinin akışını kirletir. Bu yüzden sessizlikle, dileğinizi kutsayın ve gerçekleşene kadar bu konuyla ilgili enerjiyi kirletecek yorumlar yapmaktan sakının. Başkalarına söylemeniz ve başkalarının konuyla ilgili yorumları da enerjileri kirletecektir. 

Bütünün Hayrı 
Her daim çalışmayı yaparken “bütünün hayrına” demeyi unutmayın. Bir şeyleri ol’dururken bir denge süreci vardır. Hayırlı olanı ol’dumak için “bütünün hayrına” diye niyetlenin ve sonra evrene tam olarak güvenin sahip olun. Bütünün hayrına derken içinizde şüphe veya korku olmasın, bunun yerine tam bir teslimiyet duygusu sizi sarsın. Zaten bütünün hayrına diyerek, hayırlı olmayacak enerjileri engellemiş oluruz. Öte taraftan dileğimiz gerçekleşmezse, bunda bir hayır olduğunu bilmeli ve önümüze bakmalıyız. 

Eğer bu püf noktaları, isteklerinizi gerçekleştirme konusunda takip ederseniz, dileklerinizin daha kolay gerçekleştiğine şahit olabilirsiniz. Bunları her tür dilek çalışmanızda (The Secret, Reiki, Dilek kâğıtları vs.) kullanabilirsiniz. İçinde olduğumuz dönem zaten Spiritüel anlamda dileklerimizin daha hızlı gerçekleştiği bir dönemdir.  Haliyle bunlar bizim süreci daha iyi kontrol etmemizi sağlar.

DEVAMINI OKU

5 Temmuz 2016

Bambina 17 Aylık

 Bambinonun 17 Aylık yazısı burada.

Bambinanın 17. ayı abisinin hastalıklarının gölgesinde kaldı diyebilirim.
Karı-koca Bambino ile ilgilenmekten bitap düştüğümüz için Bambinanın hastalık kapmaması en büyük şükür sebebimiz oldu.

Bambina kendi gelişimine kendi hızında devam etti.

Hala konuşmuyor, "Anne" ve "Baba" dışında.

Ancak herşeyi anlıyor, el işaretleri ve "aa" "ooo" gibi duygu içeren seslerle derdini anlatabiliyor.

Kendi kendine yemek yeme konusunda oldukça ısrarlı çıktı ve ellerini çok çok iyi kullanmaya başladı, eskiye oranla çok çok temiz bir şekilde kaşık ve çatal kullanıp yemek yiyebiliyor.

Altını değiştirme konusunda çok zorlanıyoruz, çok zor ikna oluyor, bazen saatlerce kirli gezebiliyor. Ama biliyorum ki bu durum onun için çok önemli, o nedenle hiç inatlaşmıyorum, nasılsa bir zaman geliyor ki, çok kolay ikna oluyor ve kuzu kuzu yatağa uzanıyor :)

Sabahları uyanınca genelde abisi geliyor yanına, Bambina eğer tam olarak uyanamadıysa bağırıp onu istemediğini belli ediyor, öyle olursa Bambinoya kardeşine fazla yaklaşmamasını tembih ediyorum :) Yok eğer tam olarak uyandıysa abisini görmekten sonsuz mutluluk duyuyor minnoş, hemen başlıyorlar oynamaya :)

"Hadi dışarı çıkalım" deyince hemen kapıya doğru gidip şapkasını ve ayakkabılarını gösteriyor :) Hatta yere oturup ayakkabılarını giymeye çalışıyor. Dışarı çıkmayı ve gezmeyi çok seviyor.

Tüm kitaplarda çocukları işaret etmeye bayılıyor. Hayvanları da gösterip adlarını söylememizi istiyor. Ama çocuklar öncelikli :) İşaret etmeyi başparmağı ile yapıyor ve de, çok şeker :))

Tırmanmaya, kaymaya, sallanmaya bayılıyor. Evde minderlerden kaydıraklar yapıyoruz, çok uzun süre oynuyor o şekilde.

Yoğurt yemeyi çok seviyor. Etle arası pek yok.

Kıyafetlerini kendi seçmeye başladı, bizim seçtiklerimizi reddettiği çok oluyor :)

Üç tekerlekli bisiklete binip gezmeyi seviyor.

Dışarıda kedi görünce mutlu mutlu çığlıklar atıyor, yanına gidip sevmek istiyor, genelde kedilerle uzun süre bakışıyorlar karşılıklı :))

Kendi kendine dışarıda geziyor, koşuyor, eğleniyor, başka çocukların yanında olmayı çok istiyor, tanıdık tanımadık fark etmez, çocuk olsun yeter :)

"Deniz kum güneeeş, dalga su balık" deyince gülümsüyor, hala unutmamış :))

Ben eve gelince ellerimi yıkamamı bekliyor, sonra da yatağı gösterip beni oraya götürüyor. Süt zamanııı :))

Biz mutfaktayken gelip işaret ederek bizi götürüyor bazen salona ya da başka bir yere. İhtiyaçlarını çok güzel belli ediyor.

Boy ve kilo olarak abisinden daha dolgun olduğunu söyleyebilirim.

Alerjileri hala devam ediyor. Dikkat etmeye devam..

Çok çok keyifli Bambina ile yaşam. O bize neşeyi, rahatlığı, yaşama sevincini, geniş olabilmeyi, kendimize odaklanmayı hatırlatmaya geldi, inanıyorum :))
DEVAMINI OKU

4 Temmuz 2016

Bambino 69 Aylık

Bambinonun son ayı hastalıklarla mücadele içinde geçti.
Okul kapanmadan önceki hafta pikniğe gitmişlerdi, güneş geçmiş kafasına. Tam bir hafta boyunca yüksek ateş, ishal, eklem ve karın ağrısı çekti kuzucuk.
Bir hafta sonra ancak toparladı.
O haftasonu dışarıda rüzgar yemiş, sonradan farkına varmışız.
4 gün boyunca yine yüksek ateş ve nezle/grip belirtileri ile yattı Bambino.
Vücut tam toparladı, çok iyi, diye düşünürken, yediği bir lokmacık dondurmadan boğazı şişti bu defa da.. Demek ki tam toparlanamamış, ateşi yine çok yükseldi.

3 hafta boyunca farklı nedenlerden de olsa ortak belirti olan yüksek ve inatçı ateş Bambinoyu çok yordu. Halsiz ve güçsüz düştü. Kojoyla birlikte uykusuz günler ve geceler geçirdik, biz de yorulduk. Hatta en sonunda tüm tahlilleri yaptırdık: Çi.ş, gaita, kan, alerji. Sonuç: Virütik, beklemekten başka yapacak birşey yok. 

Bu hafta itibariyle biraz kendine gelmeye başladı Bambino ama hala çok güçsüz. Bunca sıcak havada azıcık rüzgar esince burnu akmaya başlıyor :( Sabahları bir sürü vitamin ve takviye ile güne başlıyor, proteine ağırlık vermeye çalışıyoruz ama iştahı çok yok hala..

Yaz ayları için Bambino ile tüm legolarını tekrar yapma projesi başlattık, elimizden geldiğince her akşam bir legosunu tekrar yapıyoruz. Tüm parçaları renklerine ayırıp kutulara koyduk. Lego yapacağımız zaman yere kocaman bir örtü seriyoruz, üstüne tüm kutuları koyuyoruz, Bambino lego kitapçığından hangi parçayı istediğini gösteriyor, birlikte arayıp buluyoruz (ki bu kısım çok uzun zaman alabiliyor, hatta bazen sinir ediyor bizi) ve Bambino parçaları birleştirip legosunu tamamlıyor. Yeni bir oyuncak almış gibi seviniyor her seferinde, çok özlemiş eski legolarını :) Onları özenle dolabının üzerinde sergiliyor ve olabildiğince kardeşinden koruyor :)

Uzun süren hastalıktan yeni yeni iyileşen bir kuş yavrusunu nasıl korumak gerekiyorsa, biz de Bambinoyu o derece korumaya çalışıyoruz bu aralar. Eski gücüne ve neşesine kavuşsun diye anne-baba kuş olarak çırpınıp duruyoruz. Allah tüm yavruları korusun. Bunca üstüne titrediğimiz evlatlarımızın hep iyiliklerini yaşatsın. Hayat tamamen belirsiz ve kaotik. Tüm anne babalara güç, cesaret ve sabır diliyorum. 

Bambino bana çok düştü bu süreçte. İyi tarafı, afedersiniz ter koumu bile muhteşem bulan biri var şu anda karşımda. Benimle aşk yaşıyor :) Akşamları birlikte lego yaptıktan sonra yatma hazırlıkları ve yatağa geçişte yine birlikteyiz. Defalarca sarılıp koklaşıyoruz.
"Anne, ne tatlı bir kokun var"
"Anne çok güzelsin"
"Anne, yumuşacıksın"
Benden mutlusu yok :)

Kötü tarafı, en ufak bir olumsuz söz söylemem, mimik yapmam bile onu çok üzüyor hatta ağlamasına neden oluyor. Öyle kırılgan ki.. 
Bayramdan sonra gitmek zorunda olduğum iş seyahatimin haberini verdim dün, hemen dudakları büzüldü, sesi titremeye başladı. 
"Sen olmadan burada durmak istemiyorum ama buna mecburum" 
diyerek olgunluk sergilemeye çalıştı ama içine aktı gözyaşları o sırada, fark ettim :( Sözü ona getirmek istediğim legolara getirince yüzü aydınlandı ve biraz toparladı.
"Kardeşim için çok zor olacak anne, seni çok özleyecek" 
deyince içim parçalandı, itiraf ediyorum :(((

Bu arada, buraya not düşmem gereken bir konu var: Bambino ilk defa yanında anne ya da babası olmadan kendine verilen bir bütçe ile kendine, bana ve kojoya hediye aldı :))) Tarih 30 Haziran 2016. M.T.A Müzesine gittiklerinde kendine hatıra madeni para (üzerinde araştırma gemisi resmi var), bana trex'li bir kitap ayracı, babasına da fosil şeklinde bir anahtarlık almış :)
"Anne, sana aldığım ayraç çok ucuzdu. Kaç liraydı biliyor musun? Sadece 1 lira!"
:))
Hediyelerimizi tek tek verdi.
Tabi kojoyla ben eridik bittik, "Büyümüş de bize hediye alırmış" dedik :)
Toplamda 10 lira olan bütçesi ile 10,5 liralık harcama yaptığını da anlattı. Biraz aşmış ama sorun olmamış :)))
Düşünceli oğlum benim..

Ben seni çok ama çok seviyorum Bambino, kelimelerle anlatmam mümkün değil...
DEVAMINI OKU

30 Haziran 2016

Rezonans Kanunu – İsteklerin Yönetimi

 
Üzerinde çokça yazılan ve konuşulan Rezonans (Titreşim) Kanunu hakkında uzun fakat açıklayıcı bir yazı paylaşmak istiyorum. Keyifli okumalar :)
 *******
Düşünce gücümüzle maddeye etki edebilir miyiz?
Kim olmayı istiyorsun?
İsteklerimizi hangi yolla yayıyoruz?
ideal partneri yaşamımıza çekmemizi sağlayan en uygun rezonans alanını nasıl oluştururuz?
Rezonans alanın yazılı ve görsel izlenimlere nasıl tepki verir?
Eğer istediğimiz sonuçları elde etmeye çalışıyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız. Çünkü hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur ve biz isteklerimizi yönetebiliriz.
İmkansız, sadece bizim imkansız olduğunu düşündüğümüz şeydir.
Belki de şu anda imkansız olduğunu düşündüğün şey, işte bu sınırsız olanakların imkansız olmadığı fikridir. Öyleyse bu senin şahsi kanaatindir. Bunun doğru ya da yanlış; iyi ya da kötü bir tarafı yok. Bu senin, kendi kanaatindir ve yaşamın da bu doğrultu da ilerleyip gelişecektir.
Ama ya hayat görüşün ve inandıkların yanlış bilgi ve olgulara dayanıyorsa?
En yeni bilimsel araştırmalar, duygu, düşünce ve inançlarımız sayesinde olduğumuzu, hiçbir şüpheye yer bırakmazsızın ispatlıyor. Zira duygularımızla desteklenmiş ve kaydedilmiş inançlarımız muazzam bir rezonans alanı oluşturuyor. Ve bu rezonans alanındaki titreşimlerle uyum içinde olan her şey, evet dünya üzerindeki her şey, bu titreşime ayak uydurmak durumunda kalıyor.
Demek ki asıl soru şu: Sen şu anda hangi rezonans alanını oluşturuyorsun? Ve bu soruyla kendimizi konunun tam ortasında buluyoruz.
Rezonans Nedir?
Resonantia = Akis
Rezonans = Eko, yankı, titreşim
Rezonans Kanunu, evrendeki her şeyin birbirleriyle titreşimler aracılığı ile nasıl iletişim halinde olduğunu anlamamızı sağlar. Vücudumuzun her bir organı ve hücresi de dahil olmak üzere dünyadaki bütün nesnelerin ve canlıların kendilerine has bir titreşimleri vardır. Bu, madde içinde böyledir. Maddenin titreşim enerjisini incelediğimizde farklı objelerin genellikle farklı frekanslarda titreştiğini görürüz. Bazıları da aynı ya da benzer frekansta titreşir.
Bunu piyanodan da biliriz; piyanonun herhangi bir tuşuna bastığımız zaman, bu tuşla uyumlu olan diğer bütün teller de titremeye başlar. Notaların daha pes ya da tiz olması, hiç önemli değildir. Uygun frekansta olmaları onların titreşime geçmeleri için yeterlidir.
Diğer insanlar, nesneler veya olaylar, eğer bizimle aynı frekansta iseler, içimizde oluşturduğumuz titreşim alanına karşı koyamazlar. Bizim titreşimlerimize tepkisiz kalmaları mümkün değildir. Nasıl ki piyanonun basılan tuşuyla aynı frekanstaki diğer teller bu tuşun hareket ile titreşmek durumunda kalıyor ise, bizimle aynı frekanstaki insanların, nesnelerin ve olayların da bizim titreşimlerimize katılmaktan başka seçeneği yoktur.
Peki ama diğer varlıkların bizim enerjimizle titreşime geçmesi bize ne yarar sağlar? Burada, Rezonans Kanununun şu temel kuralı devreye giriyor: BENZERLER BİRBİRİNİ ÇEKERLER.
Bizim titreşimlerimizle uyumlu olan her şey, karşı koymaksızın bizim hayatımıza çekilecektir. Bu, bizim için her zaman olumlu bir şey anlamına gelmez. Mesela titreşim bazen maddeyi tahrip edecek kadar kuvvetli olabilir. Bir opera sanatçısı sadece sesinin gücü ile bir bardağı çatlatabilir. Burada yaptığı şey enerjiyi boşluktan bardağa iletmektir. Eğer bardağa iletilen enerji bardakla aynı titreşime sahipse, yani bardağın moleküler yapısı ile aynı frekanstaysa, basınç bardağı çatlatacak kadar büyük olabilir.
Biz bir bardak gibi çatlamayız tabii ki. Ama içimizdeki “negatif titreşim enerjisi” olarak adlandırdığımız şey; bizde hoşlanmadığımız, huzursuzluk verici hislerin uyanmasına, hatta belki sarsıcı olayların yaşamımıza çekilmesine sebep olabilir.
İşte bu yüzden, nasıl bir titreşim içinde olduğumuzun, bilerek veya bilmeyerek hangi rezonans alanını oluşturduğumuzun farkına varmak, bizim için çok mühimdir.
İsteklerimizi Hangi Yolla Yayıyoruz?
“Ön yargıları yıkma, atomu parçalamaktan daha zordur” Albert Einstein
Kalp, ezelden beri sevginin en kuvvetli sembolü ve duygularımızın merkezi olarak kabul edilirdi. Ama sonra tıp ve modern bilim ortaya çıktı ve bize, kalbin sadece vücudumuzda kanın dolaşımını sağlayan bir pompa olduğunu yutturmaya çalıştı. Biz “normal insanlar” ise, elimizde halihazırda bunun aksini kanıtlayacak herhangi bir delilimiz olmamasına rağmen, kalbimizin duygularımızın merkezi olduğu inancımızı asla kaybetmedik. 1993 yılında duyguların insan vücudu üzerindeki hakimiyeti hakkında bir araştırma yapılmak istenmiş ve bunun için duygularımızın oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen bölgeye, yani kalbimize odaklanılmış. Oldukça çabuk, daha araştırmaların başında herkesi hayrete düşüren bir şey tespit edildi ve bu buluşun neden daha önce yapılmadığının şaşkınlığı yaşandı. Bu nefes kesici buluş; kalbin muazzam büyük bir enerji alanıyla çevrili oluşuydu. Burada bahsedilen alanının çapı yaklaşık iki buçuk metredir.
Bir düşünün, kalbimiz beynimizin oluşturduğundan çok daha büyük bir enerji alanı oluşturuyor. Bilim şimdiye kadar beynin, sahip olduğu elektromanyetik nabızlarla en büyük yayın alanına sahip olduğunu varsayıyordu. Ama şimdi bundan çok daha büyük bir enerji alanı bulundu, insan vücudundan dışarı uzanacak kadar kuvvetli bir enerji. Böylece ilk şaşkınlık atılmasıyla birlikte, akıllara kalbimizin etrafındaki bu enerji alanın nasıl bir görevi olduğu sorusu geldi. Geldiğimiz noktada ulaştığımız bilgiler şaşırtıcı olduğu kadar önemlidir de.
Kalbimiz tarafından oluşturulan elektromanyetik alan vücudumuzdaki organlarla iletişim halindedir. Hatta beyin ve kalbin arasında bir bağlantının bulunduğu ve bu bağlantıyla kalbin beyne hangi hormonları, endorfini ya da diğer kimyasalları salgılaması gerektiğini bildirdiği kanıtlanabildi.
Beynimiz bağımsız hareket etmiyor, aktiviteleri için gerekli sinyalleri kalbimizden alıyor.
Hepsi bu kadar da değil! bilim adamları araştırmalarında kalbimizden yayılan bu elektromanyetik alanın sadece duygularımız tarafından oluşturulmadığını ve gücünü diğer önemli bir kaynaktan, kanaatlerimizden; yani derin bir inançla bağlandığımız ve hayatımıza doğrultusunda yön verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular. Bütün duygu ve düşüncelerimiz kalbimizin enerjisinde bilgi olarak bulunmakta ve vücudumuzdan yayılan en kuvvetli sinyal olarak sadece beynimize ve organlarımıza değil, aynı zamanda dünyanın derinliklerine doğru taşınmaktadır. Bu ezeli gerçeğin yansımalarını “kendini derin bir inançla savunmak” “bir şeyi kalpten istemek” ve tabii “kalbinin sesini dinlemek” gibi bazı deyimlerimizde görmek mümkündür.
Kalbimiz, inanç ve duygularımızı elektromanyetik titreşimlere ve dalgalara dönüştüren bir tür aracı olarak hizmet eder. Ve bu elektromanyetik dalgalar vücudumuzla sınırlı kalmaz, bütün çevremize uzanır, bizi kuşatan her şeyle iletişim halindedir. Kalbimiz, bütün inançlarımızı, geleceğe yönelik düşlerimizi ve duygularımızı başka bir dile, titreşimlerin ve dalgaların kodlanmış diline çevirir ve bunları evrene gönderir.
İnançlarımız kalbimizin yaydığı elektromanyetik dalgalar sayesinde fiziksel dünyayla etki alışverişinde bulunur. Yayılan bu enerjinin ne denli büyük olduğunu HeartMath Enstitüsü’nün yaptığı araştırmalar gözler önüne seriyor:
  • Kalbin elektrik akımı (EKG), beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha kuvvetlidir.
  • Kalbin manyetik alanı ise beyninkinden beş bin kez daha kuvvetlidir.
Demek ki kalbimizle, beynimizle yaydığımızdan çok daha fazla enerji yayıyoruz. Peki bunu bilmek, bizim için neden bu kadar önemli? Çok basit, çünkü bu sayede, bazı dileklerimiz hemen gerçekleşirken, bazılarının gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen neden bir türlü tezahür etmediğini anlıyoruz.
İsteğimizin gerçekleşeceğine gerçekten inanmadan olumlama (imgeleme) yaparsak ya da bir şeylerin hayalini kurarsak, sadece beynimiz elektromanyetik dalgalar yayarken, duygularımızın gerçek merkezi olan kalbimiz beş bin kat daha büyük bir kuvvetle, genellikle tereddüt ve korku olan asıl inancımızı dünyaya yayar. Bunun sonucu apaçık ortadadır; hayatımızda sadece kalbimizin derinliklerinde gerçekleşeceğine inandığımız şey gerçekleşecektir.
İnançlarımızı duygularımızla desteklediğimiz zaman yaydığımız enerji çok daha büyük olur. Ama üzgün, depresif ya da bitkinsek, istediğimiz şeyi dileyebiliriz, bu durumda kalbimizden yaydığımız hüzünlü duygular, mantığımızdan gelen isteklerden her zaman daha güçlü olacaktır. Peygamberle, günümüzün ve geçmişin dünyaca ünlü alimleri ve bilgeleri ısrarla “Kalp gözüyle görmeyi” öğrenmemizi söylerler.
Kalbimizle Dünyayı Değiştirebiliriz
Tüm bu anlatılanlar, sahip olduğumuz inançların evrene yollandığı ve Rezonans Kanununun esaslarına göre evrende kendileriyle aynı titreşimdeki enerjileri aradığı anlamına gelir.
Benzerler birbirini çeker. Bizim enerjimizle rezonans içinde olan her şey hayatımızda tahakkuk edecektir. Sözün özü; inandığımız her şey yaşamımızda gerçekleşecektir.
Bu nedenle, isterken dikkat edilmesi gereken en önemli noktalar:
  • Ne dilersen dile, bunu mantık seviyesinden kalp seviyesine taşı,
  • İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için, bunun mümkün olduğuna kesinlikle inanmalıyız.
  • İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için önce kendimizi mutlu bir ruh haline sokmalıyız.
Öncelikle bilincimizi hedefimize yönlendirmeliyiz ki, hayatımızda gerçekleştirmek istediğimiz şeylerle etkileşime geçebilelim. Hayatımızda sadece derinden inandığımız şeyler gerçekleşebilir. Bu en başta kendi hakkımızdaki düşüncemiz için geçerlidir. Kendimizle ilgili görüşlerimiz yaşayacaklarımızı belirler. Tabii ki bu, bir şeyleri harekete geçirebilmek için gerekli olan güç ve kudrete sahip olabilmek için, bu kudretin bize dışarıdan verilmediğini, içimizden husule geldiğini anlamamız gerektiği anlamına da geliyor. Demek ki dış dünya, her zaman bizim iç alemimizi yansıtır.
İnançlarımız Dış Alemimizi Değiştirmeyi Nasıl Başarıyor?
Son yıllarda modern bilimin tespitlerinde köklü değişiklikler oldu. Değişim 1995 yılında Rus Bilim Akademisi’nde Vladimir Poponin ve Peter Gariaev yönetimindeki araştırmalarla başladı. Bu iki bilim adamının deneylerinin sonuçları o kadar hayret vericiydi ki, bu deneyler Amerika’da tekrar edildi ve sonuçta orada kamuoyuna duyuruldu.
Vladimir Poponin ve Peter Gariaev, “foton” adı verilen ışık parçacıkları vasıtasıyla DNA’nın tutumunu incelemek istiyorlardı. Bu test serisinde vakum oluşturmak için bir borunun içindeki tüm havayı aldılar. Artık vakumda bile kesin bir hiçlik olmadığı biliniyor. Her mekanda özel aletlerle oldukça isabetli ölçülebilen fotonlar (ışık enerjisi) kalıyor. Böylece fotonlar borunun vakumunda oldukça düzensiz bir şekilde dağıldı.
Bir sonraki adımda boruya insan DNA’sı verildi. Ve o anda çok şaşırtıcı birşey oldu. Parçacıklar DNA’nın varlığında daha farklı sıralandı. DNA, fotonlara direkt olarak etki ediyordu. Sanki görünmez bir güçle, fotonları, boruda düzenli bir şekilde sıralamıştı. Artık bu deneyde kesinleşen şey şuydu; İnsanın DNA’sı, fiziksel dünyaya direkt etki ediyor.
Klasik fizikte, daha önce böyle bir şey gözlemlenmemişti. Dahası, klasik fiziğin alışılagelmiş mantığında, böyle bir şeye yer yoktu. Yani fotonlar insanların açıklayamadığı bir tutum sergiliyordu. Aslında bu yeteri kadar heyecan vericiydi, ama daha sonra olanlar tartışmasız bir devrim niteliğindeydi…Bilim adamları, DNA’yı borudan aldıkları zaman, fotonların düzenli sıralarını bozup dağınık hallerine geri döneceklerini düşünmüştü. Ama beklenenin tam tersi oldu! Fotonlar sanki DNA hala oradaymış gibi düzenli sıralarında kaldı.
Araştırmacılar deneyleri defalarca tekrarladılar, varılan sonuç aynıydı; fiziksel olarak ayrılsalar bile DNA ve fotonlar arasında hala bir bağ vardı. Görünüşe göre, kuantum fiziğinin “kuantum alanı” dediği bir alan aracılığıyla birbirleriyle bağlantılıydılar. Boşluk olarak tabir ettiğimiz şey aslında hiç de “boş” değildir, bilakis içinde milyarlarca verilerin dalgalar aracılığı ile hareket ettiği ve yayıldığı bir alandır.
Bu deney Rezonans Kanununu anlayabilmemiz için oldukça aydınlatıcı olmuştur. Ayrıca bu enerji alanını ayrıcalıklı kılan ise; tanıdığımız hiçbir enerji türüne benzememesidir.
Sıkı dokunmuş bir ağ gibi işlediği görülen enerji yüklü bu alan, iç ve dış alemimiz arasında bir nevi köprü görevi görür.
Tıpkı ses dalgalarının, havayı taşıyıcı olarak kullandığı gibi, yaydığımız inanç ve düşünce gücü de dünyaya taşınabilmek için bir aracıya ihtiyaç duyar. Burada, kuantum alanı devreye girerek, bu aracılık görevini üslenir.
Bu enerji alanı, farkında olsak da olmasak da her şeyle ve herkesle bağlantı içinde olmamızı mümkün kılar.
Bu esnada “alıcının” bizden ne kadar uzaklıkta olduğunun hiçbir rolü yoktur. Bu alıcı yan komşumuz da olabilir, dünyanın öbür ucunda bulunan bir kişi de olabilir. Oluşturulan ve yayılan rezonans alanı, her zaman doğru kişiye ulaşır. Böylece istediğimiz hedefimizle aramızda, enerji yoluyla kesin ve aktif bir bağlantı kurabileceksek eğer, neden en büyük arzularımızın gerçekleşmesi için daha fazla bekleyelim ki?
Kuantum alanı sayesinde herşeyle ve herkesle hemen bağlantıya geçebiliriz. Tek yapmamız gereken şey bunun için bir adım atmaktır;
Rezonans Kanunu, her zaman “evet” der.
İnançlarını her zaman doğru çıkarır.
Sana karşı gelmez.
Mesela, hayatının önemsiz olduğuna ve hiçbir anlam taşımadığına mı inanıyorsun, bu inancın, onaylanacaktır.
Gerçek, büyük bir aşkı hak ettiğine mi inanıyorsun, para, manevi ve maddi zenginliği hak ettiğine; hayatının derin, her şeyi kuşatan bir anlamı olduğuna mı inanıyorsun, bu inancın yaşamında gerçekleşecektir.
Neye inandığın enerjinin umurunda değildir, inancın yüksek ahlaki değerler taşıyabilir ya da çok kötü bir şey olabilir sana fayda sağlayabilir ya da hayatını zorlaştırabilir, enerji işin ahlaki kısmıyla ilgilenmez ve yargılamaz.
Enerji daima senin yaydığın içtekiler doğrultusunda çalışır.
İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış dünyada da karşımıza çıkacaktır.
Dünyada karşılaştığımız her şeyin bir kaynağı vardır ve bu kaynak düşüncelerimizdedir. Eğer istediğimiz sonuçlara ulaşmak istiyorsak, düşüncelerimizi kontrol etmeye başlamalıyız, çünkü düşündüğümüz her şey bir rezonans alanı oluşturur.
Uzun süreli ve sık olarak düşündüğümüz, hissettiğimiz ve söylediğimiz her şey rezonans alanımızı yoğunlaştırır. Bu yüzden kaybetmek hakkında her düşünce kaybetmek, kazanmak hakkındaki her inanç da kazanma ihtimalini kuvvetlendirir. Bu yüzden dış dünyada değiştirmek istediğimiz her şeyi düşünce gücümüzle değiştirebiliriz.
İçindeki yaratıcılığı hatırla ve onu bilinçli olarak kendi iyiliğin için ve diğer insanların iyiliği için kullan!
Arzularımız gerçekleşmek üzere bizi nasıl bulur?
Artık aydınlık getirmemiz gereken tek nokta, bizimle etkileşime geçen enerjinin, bizi nasıl bulacağı konusudur. Sonuçta evrende milyarlarca DNA var ve bunların her biri enerji alışverişinde bulunuyor. Peki, evren arzularımızı, daha doğrusu arzulananı yolunu şaşırmadan bize nasıl iletir?
Bir yandan sürekli “yayındayız”. Rezonans alanımızı durmaksızın pozitif ve negatif düşüncelerimizle programlıyoruz. İstek ve amaçlarımızı koruduğumuz sürece, korku ve endişelerimiz içinde aynı şey geçerli, rezonans alanımız bizimle aynı titreşimde olanları bize çeker. Diğer yandan ise hepimiz “kod” olarak adlandırdığımız genetik bir isme sahibiz. Kriminal teknik ve babalık testi ile ilintili olarak bu kavramı daha önce duymuşsunuzdur. Her bir hücrenin DNA’sı da, aynı parmak izi gibi, eşsizdir. DNA, başkalarıyla karıştırılması mümkün olmayan genetik bir parmak izi bırakır. İşte bu enerji içinde geçerlidir. DNA’mızın enerji parmak izi , açık ve net bir adres bırakır. Titreşim o kadar belirgindir ki, her zaman bizim için en uygun çözümü bulur.
Düşünce Gücümüzle Yeni Bir Gelecek Oluşturabilir Miyiz?
"Zaman hiç de göründüğü gibi değildir. Sadece bir yöne doğru hareket etmez ve gelecek, geçmişle aynı zamanda mevcuttur." Albert Einstein
Düşünce gücümüz sayesinde geleceğimizi etkileyebilir miyiz? Kesinlikle evet! Bunu yapabiliriz, hem de tahmin ettiğimizden daha fazla. Kuantum fizikçilerinin nefes kesici buluşları hayatımızı her an tamamen değiştirebileceğimizi ve istediğimiz her şeyi değiştirebileceğimizi, bize bir kez daha gösterdi.
Bildiğimiz gibi düşünce gücümüzle enerji yaymaktayız. Tabii ki sadece biz değil, diğer bütün insanlarda aynı şekilde enerji gücü yaymakta. Aynı titreşimdeki enerjiler birbirlerini çektikleri için tıpkı bizim diğer insanları ve olayları kendimize çektiğimiz gibi başka insan ve olayların da bizi çekiyor olması doğaldır. Buradaki tek koşul, iki enerjinin birbiriyle uyumlu olması yani titreşimlerinin birbirine yakın olmasıdır.
Bu arada kuantum fiziği, kuantum dalgası denilen şeyin, örneğin; düşünce ve inançlarımızın, sadece fiziksel olarak yayılmakla kalmayıp zaman içine de yayıldığını bulmuştur. Yani inançlarımız sadece yer değil, zaman da değiştiriyorlar (zaman dalgaları). Demek ki “normal kuantum dalgası” diye adlandırdığımız, geçmişten geleceğe giden kuantum dalgaları var. Bunun dışında, bir de “birleşik karmaşık dalgalar” olarak adlandırdığımız gelecekten geçmişe yayılan dalgalar vardır! Hayret verici değil mi? Ama gerçek. Geleceğe yayılan dalgalar “teklif dalgası”, geçmişe geri dönen dalgalar ise “eko dalgası” olarak adlandırılır.
Eğer bu iki dalga karşılaşırsa, yani gelecekten gelen bir eko dalgası, bizim yolladığımız bir teklif dalgasına rastlarsa, bu durumda dalgalar birbirlerini modüle ederler ve ikisinin ortak ürünü olarak ortaya “olay ihtimali” dediğimiz şey çıkar. Kuantum fiziğine göre “bir olayın gerçekleşmesi ihtimali, geçmişten gelen teklif dalgası ile gelecekten gelen uygun bir eko dalgasının buluşması sonucu ortaya çıkar”. Bu şu anlama gelir : “Sadece geçmiş geleceği değil, aynı zamanda gelecek de geçmişi etkiler”.
Aklımız bunu idrak etmekte biraz zorlanabilir, çünkü şimdiye kadar hep zamanın geçmişten geleceğe, doğrusal bir biçimde ilerlediğini düşünmüştük. Şimdiyse bunun tam tersinin de mümkün olması aklımız için şaşırtıcı. Demek ki : Gelecek dışarıda bir yerlerde, çoktan beri mevcut. Aksi halde geçmişe, yani bizim şimdiki zamanımıza, dalgalar yollaması mümkün olmazdı. Senin geleceğin de şu an, şu saniye mevcut. Ama yine de geleceğinin akışı önceden belirlenmemiş, zira geleceğin çeşitli mahiyetlerini seçme imkanına sahibiz.
Tabii ki bilincimiz, sadece bir tek zaman algılıyor. Farklı bir şey tanımıyoruz. Bu şaşılacak bir şey değil, sonuçta duyularımız çok sınırlı.Bütün ışık yelpazesinin sadece % 8’ini algılayabiliyoruz. Geri kalan % 92’lik gerçeği, aynı şekilde bizi çevrelemesine rağmen algılayamıyoruz. Aslında var olduğu halde tamamen yok sayıyoruz.
Ama yine de etrafımızda hiç tanımadığımız diğer enerji titreşim, dalga ve bilgilerle çevrili.
"Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir." Sokrates
Teklif dalgamız tüm geleceğimizi dolaşır. İster bir saniye sonrası, ister bir ya da on yıl sonraki olaylar olsun, tüm olasılıklar tek tek kontrol edilir. Bu aşamada kuantum fiziği şu fenomeni keşfetmiştir: Gelecekteki olay, zaman açısından ne kadar yakındaysa, rezonans da o kadar nettir. Bu şu anlama gelir; “Gelecekte gözlediğim bir olay zaman açısından bana ne kadar yakınsa, o olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kararı o kadar kesindir.”
Yakın gelecekteki bütün olayları, bugünkü bilincimiz belirler.
İşte bu noktadan sonra “istemek” konusuna varıyoruz.  Zira istemek birçok ihtimalden birini yaşamımıza çekmekten başka bir şey değildir.
  • Bir şey istediğimizde, bu doğrultuda bir teklif dalgası yolluyoruz.
  • Bu dalga, bir eko dalgasıyla irtibata geçiyor.
  • Bir gerçekleşme ihtimali meydana getirebilirsek istediğimizin gerçekleşmesi için en uygun şartları sağlamış oluyoruz.
İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış alemde de karşımıza çıkacaktır.
Zira dış dünya her zaman iç alemimizi yansıtır.
Ancak bilincimizi hedefe yönlendirirsek yaşamımızda sahip olmak istediğimiz şeylerle etkileşime geçebiliriz.
Eğer istediğimiz sonuçlara istiyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız, zira hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur.
Rezonans Kanunu-Pierre Franckh
DEVAMINI OKU

SOSYAL AĞLAR


İZLEYENLER

Blog Arşivi

HER GÜN MUTLAKA

NE ARADINIZ, YARDIMCI OLALIM?

Kişisel Blog

Copyright © Benden ve Bizden | Powered by Blogger
Design by Lizard Themes | Blogger Theme by Lasantha - PremiumBloggerTemplates.com