25 Şubat 2010

8. (8+0 - 8+6) Hafta


8. haftayi bitirdigim bugunlerde bebisimiz artik resmi olarak “fetus” unvanini kazanmis J Artik organlarin olusmaya basladigi bir doneme giriyormusuz. Bu hafta gozler ve dudaklar gelisimini surduruyormus ve agizda acma kapama hareketleri olusmaya baslamis! Hicbir sey hissetmesem de devamli hareket hlaindeymis ve yer degistiriyormus siklikla! Hafta sonunda bebisin boyu 4 cm e, agirligi ise 4 gr a ulasacakmis! Nasil bir mucizedir Allahim, inanilir gibi degil!!!

Bana gelince, cok sukur bulanti ve tiksinme gibi durumlarim hala yok. Yalniz cok zoraki yemek yiyorum, yani gunde iki ogun yesem yetecek gibi! Normalde de porsiyonlarim cok buyuk degildir, hamilelikle birlikte bu durum cok degismedi. Salata ve yesillik pek yiyemiyorum bir de, canim hic istemiyor. Halbuki belki canim ceker diye dun nar eksili, bol limonlu, zeytinyagli bir sos hazirladim salataya ama yine de bir-iki kasiktan fazla yiyemedim! Sut tuketimim de dustu bu ara, Allahtan peynir ve yogurt yiyorum severek.

Egzersiz olarak gunde yarim saat yuruyus yapmaya karar vermistim ama duzenli olarak ancak bir hafta yapabildim. Gunluk hayatin kosturmacasi isin icinde olunca, cok israrli olamadim bu iste! Ayni sekilde evde yaptigim yoga egzersizlerini basta her gun yapsam da, simdilerde haftada uc kereye cekmek durumunda kaldim.

Onumuzdeki haftalarda ajandam epey yuklu durumda. Insallah kolaylikla kalkarim her isin altindan. Gece uykumu tam aldiktan sonra gun icinde pek uyku hissetmiyorum simdilik. Ama geceleri de hakkini veriyorum uykunun, en derininden ve en ruyali olanindan J


Resim: firstscience.com
DEVAMINI OKU

18 Şubat 2010

7. Hafta (7+0 - 7+6) ve Diger Mevzular


Bugun itibariyle gebeligin 7. haftasina girmis bulunuyorum :)

Sabah doktorla gorusmem vardi. Hashimoto Tiroidit denilen oto-bagisiklik sistemi hastaligina sahibim ben. Yaklasik 3 senedir ilac kullaniyorum. Ilac derken, aslinda disaridan hormon takviyesi aliyorum cunku benim bagisiklik sistemim tiroid hormonlarimi dusman olarak algilayip ona savas acmis vaziyette. O nedenle de disaridan hormon takviyesini omur boyu devam ettirmem cok onemli. Gebelikte bu onem daha da fazla cunku hem kendimin hem bebegin gelisimi bu hormon takviyesine bagli. Normalde TR'deki doktorlarim hamile kalma durumumda aldigim hormon miktarinin %30 kadar artirilmasi gerktigini soylemislerdi. Beden-kitle endeksine gore benim normalde almam gereken miktar 90 mikron. Ama piyasada bu dozajda hap olmadigi icin haftanin 6 gunu 100 mikron, pazar gunleri ise 75 mikron kullaniyordum, boylece kabaca dengelemis oluyorduk. Hamile kaldigimi ogrendikten sonra kendi kendime 75 mikronluk dozu hic almamaya basladim, devamli 100 mikron kullanmaya basladim. Ama bunun da yeterli olmadigini biliyordum, ancak kendi kendime dozaji artirmak istemedim, doktorla gorusup testlerden sonra resmi olarak bu islemin yapilmasini daha dogru buldum. Kabaca hesaplayinca benim su anda 125-130 mikron kullanmam gerekiyor.

Neyse, bunun icin 2 hafta once doktora gittim, yani gebe oldugumu ogrendikten hemen sonraki hafta, pazartesi. Doktor kan testi istedi. Ancak kan testi icin gun almak ne mumkun! Hep dolu, hep dolu! Neyse, sonunda persembe sabah 7.55'e randevu alabildim! Testi o gun yaptirdim. Test sonucu icin normalde 2 hafta verildigini ancak genel olarak 1 hafta icinde sonucun ciktigini soylediler. Ben de ona gore 1 hafta sonrasi icin (bugun oluyor) randevu aldim. Sonuc olarak dozajim bugun tekrar ayarlandi ve 125 mikrona basladim. Ancak bana 2 hafta kaybetmisim gibi geliyor! Bu yuzden biraz kaygiliyim acikcasi. Umarim bebege herhangi bir zarar vermemistir bu zaman kaybi!!

Aksi gibi, test sonuclarini elime vermediler, doktor ekrandan bakti ve ona gore tedavi onerdi. Ben sonucu alabilir miyim diye sorunca da nazik bir sekilde reddetti. TR'deki doktoruma gostermek isterim deyince cocugu TR'de mi yoksa burada mi doguracagima karar vermemi, cok fazla doktora gidersem kafamin iyice karisacagini, burada devam edeceksem kendilerine guvenmemi soyledi.

Gelecek hafta klinikteki gebelik durumlariyla ilgilenen doktordan randevu almami ve buyuk ihtimalle benimle doguma kadar ilgilenecek olan ebenin atanmasinin haftaya yapilacagini soyledi. Dedigi doktordan gelecek hafta persembeye randevu aldim bakalim.

Doktordan ciktigimdan beri "Acaba doz artisi icin gec kaldik mi?" diye neden sormadigimi dusunup duruyorum. Eve geldigimde kahvalti ettik kojo ile ve sonrasinda ikimiz de sekerleme yaptik, zira cok agir bir kahvalti yapmisiz! :) Kalkinca bilgisayar basina gecip benim gibi durumda olanlar var mi diye internetten bakinmaya basladim. Ne hikayeler buldum, ne hikayeler! Ama benim gibisine pek rastlamadim. Bir de TSH (hormon seviyesini gosteren deger) seviyemi bilmemek rahatsiz etti beni. Cunku okudugum kadariyla TSH in 2.5 i gecmemesi gerekiyormus. Benim en son tahlillerim 3 ya da 4 un ustundeydi hatirladigim kadariyla! Yani 125 mikron bile yetmeyebilir buna gore... Yine senaryo yazmaya basladim...

Hatta Haziran ayinda sinavlarim bitince TR'ye mi donsek diye de dusunmeye basladik. Cunku bu tiroit yetmezligi gercekten ciddi bir durum, hele benimki zaten kronik bir vaka. TR'de olsak daha mi rahat ederiz diye dusunmeye basladik. Anlayacaginiz biraz panik havasi var bugunlerde...

Bu arada bedensel olarak ne gibi degisiklikler oluyor bende? Rahmim portakal buyuklugune ulasmis, bebis de 1 cm olmus, masallah :) Bir uzum tanesi kadar, ya da bir fasulye tanesi kadar. Goz kapaklari, kulak taslagi olusmaya baslamis. Kalp ve beyin gelismeye devam ediyor. Dil ve dudaklarin olusumu da bu haftanin sonunda tamamlanacakmis. Insallah hersey yolunda gidiyordur! Pozitif dusunmeli degil mi?

Takip ettigim iki site var. Biri babycentre.co.uk, digeri de Dr. Kagan Kocatepe'nin gebelik.org sitesi. Fazlasi kafa karistiracakmis gibi geliyor. Iki siteden de memnunum, aklima gelen tum sorularin yanitini kolayca bulabiliyorum.

Simdilik hersey normal gidiyor gibi, yukarida bahsettigim tiroid durumlari disinda. Bulanti, tiksinme, bas donmesi vs. simdilik yok. Tukuruk bezlerim biraz fazla calisiyor ama okudugum bazi vakalardaki gibi elimde tas, tabak ya da yatagimin basucunda bir kova falan tasimiyorum. Bir de sik tuvalete gidiyorum, ki bu da oldukca normal. Ancak canim cok fazla yemek istemiyor, yiyorum ama zorla yiyorum biraz. Gecen haftlarda organik diye aldigim yogurt tuzlu cikinca yogurt gormek istemedim bir sure. Gunde 1 bardak sut iciyorum, bir porsiyon da peynir ya da yogurt yiyorum. Az mi acep? Hergun et yiyemiyorum ama gun asiri yiyorum. Ceviz ve kuru incir, kayisi yiyorum. 2-3 porsiyon meyve ve o gun evde ne varsa sebze yemegi olarak ondan yiyorum. Sabahlari bir bardak taze sikilmis portakal suyu iciyorum. Kendi kendimize bakmaya calisiyoruz iste. TR'deki aile-akraba yakinliginin getirdigi nazlanma, is yapmama ya da anneler yapsin ben yiyeyim olaylari burada yok. Bir de LSE gibi bir okul var hayatimda. Bu ara hergun "Ders calismam lazim" diyerek gune baslayip "Ya bugun de heba oldu bak goruyor musun" ile gunu bitiriyorum :)) Biraz konsantrasyon eksikligi ve hicbir isi bitirememenin stresi var uzerimde.

Guzel bir haberle bitireyim ama :) Sali gunu Meral'in kina gecesi vardi, bugun de dugune gidiyoruz insallah :) Kina gecesi cok guzeldi, cok eglendik. Gelinimiz de masallah harikaydi, ne de yakismisti kaftan :) Esra yakinda fotolari koyar, oradan bakabilirsiniz sanirim. Kina yakilirken annesi aglayinca ben de dayanamdim. Kendi kinamda hic aglamamistim ama baskasinin kinasinda genelde agliyorum nedense! Anneleri aglarken gormek dokunuyor bana. Bir de gurbette olunca soylenen turkuler cok anlamli oluyor!

                       Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar,
                             Aşrı Aşrı Memlekete Kız Vermesinler...


Foto: Flckr

DEVAMINI OKU

13 Şubat 2010

Bu Sefer Bildim!


Bu sefer gelen organik sebze ve meyve kutumdan cikanlardan biri yukaridaki sahsiyetti :) Bu sefer fazla dusunmedim, hemen soyleyiverdim ismini: Pancar! Bizim eve pancar pek girmez, pancarin tursusunun cok guzel oldugunu biliyorum ama. Tursu yapamayacagima gore, oturdum yine internetten bakindim pancarla neler yapabilirime. Organik urunleri aldigim sitenin icinde hangi malzeme ile neler yapilabilecegine dair bir bolum var. Hatta musterilerden gelen tarifleri de koyuyorlar oraya. Gecenlerde biri anneannesinden kalma bir kek tarifi paylasmisti mesela, cok hos! Neyse, girdim baktim o bolume, pancarla ilgili corbadan keke kadar pek ock tarif var. Mercimekli rezeneden sonra bu defa bir Ingiliz tarifi denemek istedim. Pratik gorunen yemeklerden birini seceyim dedim ve pancarli corbada karar kildim.

Corbanin tarifi cok basit: Pancar, patates ve havucu bir tencerede et suyu ile kaynatiyorsunuz. Icine istediginiz turden aci sos ekliyorsunuz. Tuz yok, cunku pancarin icinde yeterince sodyum varmis. Sebzeler yumusayana kadar pisiriyorsunuz ve sonra blendirden gecirip servis yapiyorsunuz. Gayet basit! Ben tarifteki olculere harfiyen uymadim cunku elimdeki tum pancarlari kullanmak istemedim, bir-iki tanesini salata icin ayirdim. Bir adet havuc ve iki adet patates kullandim. Aci sos koymadim.

Sonuc: Corba acaip tuzlu olmustu hic tuz koymamama ragmen. Rengi tamamen pancar rengiydi, ki goruntu olarak gayet guzel. Yalniz tat konusunda pek olumlu seyler soyleyemeyecegim, pancar ve havucun tadi cok baskin cikmisti. Sonucta corbayi icemedik ve pancar maceram boylece baslamadan bitti.

Salata icin ayirdigim pancarlari portakalli salatanin icine koydum, bayagi guzeldi tadi.

Bu maceradan sonra artik kutu almiyorum, tek tek secip sepete ekliyorum alacaklarimi :)) Bir sure boyle artik, napalim!
DEVAMINI OKU

10 Şubat 2010

+1 :)


Isvec gezisine yalniz gittigimi yazmistim ya; yalniz degildim aslinda :))
DEVAMINI OKU

6 Şubat 2010

Isvec-2



Isvec'te denize ilk indigim yerde bir suru kugu ve ordek gormek beni cok sasirtti. Sanki deniz degil de nehirdeymis gibi dolaniyordu hayvanciklar. Bir de yakinlarda bir sicak su kaynagi olmali ki hepsi bir yere toplanmis dedim ve yakinlarda denizden buharlar ciktigini fark ettim. Bu arada Eski Sehir taraflari ile ana karayi baglayan koprunun manzarasi bana Istanbul Eminonu taraflarini hatirlatti.


Otelim Stockholm'un unlu alisveris mekanlarina cok yakindi. Unlu Ahlens Alisveris merkezine birkac kere girdim, biri isinmak icin :)) Bir de Galleria alisveris merkezleri var, dukkanlarin ilginc bir sekilde yukari degil, asagi dogru genisletilmis. Yani ust kata cikilmiyor da alt kata iniyorsunuz devamli.


Stockholm'deki 2. gunumde gunluk Stockholm Kart aldim; bu kartla her turlu ulasim ve 80'den fazla muzeye giris bedava. Yalniz alirken ne kadar oldugunu sormadim, fiyatinin 395 Kron olabilecegini dusunmemistim (Yaklasik 34 pound, 80 TL)!! Aslinda almadan bir gunde ne kadar yer gezebilecegimi hesaplamam, sonra da bu yerlerin giris ucretlerine bakip ulasimi da ekleyip kabaca bir hesap yapmam gerekirdi. Bir kere almis bulununca ben de karttan olabildigince faydalanmaya karar verdim. Ancak bir sorun vardi, bugun pazardi ve muzelerin cogu gec acilip erken kapaniyordu. Bir de benim gezmek istedigim yerlerin bir kismi birbirine pek yakin degildi. Bunca denklemi biraraya getirip optimal bir plan yaptim ben de kendime. Muzelerin acilis saatlerini, birbirlerine olan uzakliklarini, hangi vasita ile nereye kadar ulasabilecegimi bir bir hesap ederek ve yanima yiyecek stoklayarak (yemek yemek icin ayrica zaman ve mekan aramak icin enerji harcamamak icin) yola ciktim. Plan sirasiyla Vasa Muzesi, Nordiska Muzesi, Skansen, Drottningholm Sarayi ve Ulusal Muze seklindeydi.


Ya Allah Bismillah diyerek once metro ile Vasa Muzesi yakinlarina gittim ve oradan yuruyerek Vasa Muzesi'ne ulastim. Vasa kelime olarak bugday/tahil'dan geliyormus. Vasa Gemisi 1628 yilinda donemin en pahali gemisi olarak yapilmis ancak denize acildiktan 20 dakika sonra devrilerek batmis ve 30'dan fazla insan olmus (cogu geminin acilisini kutlamak icin gemiye alinan ve bir sonraki adada indirilecek olan kadin ve cocuklar). 1956 yilinda baslayan bir calisma ile geminin deniz altindaki yeri  tespit edilmis ve tekrar yuzeye cikarilmis. 1990'dan beri de Vasa Muzesi'nde gemi sergileniyormus. Orijinal geminin her parcasi ince ince elden gecirilmis, tam 14.000 parca birlestirilmis denizden cikarildiktan sonra. Isvecliler "Dunyanin en buyuk yapbozu" diyorlar Vasa projesi icin. Muzede geminin cikarilis projesini anlatan kisa film gosterimi var, cok etkileyici gercekten. Boyle bir projede calismak isterdim dogrusu.




Muzenin acilis saatinden once gittigim icin disarida beklemek durumunda kaldim ve bu sirada benim gibi turist olan David ile tanistim. Dunya Saglik Orgutu'nun Filipinler merkezinde calisiyormus David. O da benim gibi kisitli zamanda cok yer gormek istiyordu, bir sure fikirlerimizi paylastik. Muzeyi tur esliginde gezerken de sohbetimiz devam etti. Ben tur bittikten kisa sure sonra vedalasarak ayrildim.




Bu arada Isvec'te ayni gun 2 yerli kisi beni durdurup yol sordu bana! Isvecliye benzetilecegimi hic dusunmezdim dogrusu :)) Aslinda cok ortalama bir Turk yuzum var diye dusunurdum ama simdiye kadar hangi ulkeye gittiysem, genelde yerli halk tarafindan durdurulup mutlaka birseyler sorulmusumdur! Italya ve Ispanya'da bunu yasamam normal geliyordu ama Iskandinavya'da boyle birseyi yasamak ilgincti gercekten! Kulaklari cinlasin, gelin makyajimi ve bir yil sonrasinda bir baska dugun icin makyajimi yapan bir bayan vardi; "Senin yuzun joker bir yuz, istedigin sekle girebilir" demisti :))


Neyse, Vasa'dan cikip Nordiska Muzesi'ne gittim. Geleneksel Isvec tasarimlari, esyalari, fotolari vari muzede. Bazi desenler Orta Asya desenleri gibiydi. Her zamanki gibi Iskandinav tasarimlarini cok sevdim. Sadelik, estetik ve fonksiyonellik birarada olunca tadindan yenmiyor :)


Oradan cikinca hemen yakinlardaki acik hava muzesi Skansen'e gittim. Icinde hayvanat bahcesi ve Isvec'in cesitli bolgelerinde bulunan evlerin kasaba gibi biraraya getirilmesiyle olusmus mini Isvec var burada. Acik hava muzesi olunca her yer karla kapli tabi. bir de pek fazla turist yok ya mevsim itibariyle, nasil guzel manzaralar vardi anlatamam. Firin, bahartci, mefrusatci, manifaturaci falan her meslek erbabi icin bir dukkan-ev var, tarih 1800'lerin ortasi bu arada. Iceri giriyorsunuz, sizi donemin kiyafetleri icinde bir dukkan sahibi/tezgahtar karsiliyor. Sorularinizi yanitliyorlar, isterseniz gercekten alisveris yapabiliyorsunuz :) Baharatci mesela, bana mallarinin nerelerden geldigini anlatti. Bir ciflik evindeki ciftci bana kisin nasil gecindiklerinden, nasil yemek yapip cocuk baktiklarindan bahsetti. Kasabanin kilisesi de vardi ve iceride ayin yapiliyordu!Bir andan kendimi 1800 lu yillarda hissettim. Ah benim de onlar gibi elbisem olsaydi ya bir de!





Hayvanat bahcesi tarafina gitmeden ayrildim Skansen'den, hic istemeyerek. Bu sogukta hayvanciklarin usudugunu falan gorursem uzulurum diye gitmedim o tarafa. Ama cikisi ararken bayagi dolandim ve bir ara kayboldum. Kar nedeniyle haritada gozuken yollar kapanmisti ve benden once kimse gecmedigi icin ayak izi falan yoktu cogu yerde. Ben de sonunda karin icine attim kendimi :) diz boyu kara bata cika haritada olduguna guvenerek gercekte de vardir diyerek devam ettim bir sure. Tam umudumu kesmistim ki karsidan iki Alman geldi ve onlara sorarak dogru yolda oldugumu tasdik ettim :)


Bir sonraki duragim su anda Kraliyet ailesinin yasadigi Drottingholm Sarayi idi. UNESCO kultur mirasindaki bu saray biraz sehir disinda kaliyordu ama gercekten gormek istiyordum; bu nedenle 2 ulasim araci degistirip biraz da yuruyerek Saraya ulastim. Gidene kadar en az 3 ada degistirdim, nasil bir cografyada yasiyorlar yahu! Aslinda koprular olmasa ada degistirdigimizi de anlamayacagim, her yer buz tutmus cunku :)) Hatta bir yerde insanlar deniz uzerinde yuruyorlardi. Saray sapsari gorkemli bir bina. Binanin kac kati kadar da arazisi var. Sansima rehber esliginde gezme saatine denk gelmisim, her ayrintiyi dinledim boylece. Isin ilginci Isvecliler bir ara Turklerden etkilenmisler. Sarayin bir odasinda boydan boya deri uzerine Turklerin Viyana kusatmasi resmedilmisti (Macar general ve tuccarlar Turklerin ayaklarina kapaniyordu resimde, kusatmayi kaybetmeden onceki durum). Tam karsisindaki duvarda da bir deve ve devenin sahibi bir Turk resmedilmis. Resimdeki Turk'u Isvec Krali Stockholm'e getirmis devesi ile birlikte. Deve iklim kosullarina dayanamayip olmus, Turk ise Hiristiyan olmup adini degistirmis ve olene kadar Kralin himayesinde yasamis. Bir diger genis odada ise donemin Avrupa Krallarinin resimleri vardi. Bunlardan biri de Sultan Abdulmecid'in resmiydi. Bir de sarayin bahcesinde Turk askeri cadirindan ornek alinarak olusturulmus bir cadir vardi.



Sarayda en cok resimlerdeki prenses ve kralicelerin giydigi kiyafetler ve taktiklari mucevherleri sevdim :) Bir de mavi-beyaz seramik kapli soba ve somineleri. Bol bol kullanilan damask desenleri ve duck-egg mavisi bana Laura Ashley'i animsatti :)


Saraydan cikip tekrar merkeze dondum ve gunun son duragi olan Ulusal Muze'ye gittim. Gittigim diger ulusal muzelerin aksine bu mezede tablodan cok tasarim objesi gormek sasirtti beni :) Gercekten de resim ve heykel konusunda pek rekabetci olmasalar da yaptiklari tasarimlarla cok ovunuyor Isvecliler. 100 yasindan fazla tasarimlar vardi muzede ve hala "vay be" dedirten cinstendi. Koltuk ve sandalye tasarimlarinda bilhassa asmislar Isvecliler.


Bu yogun gunun ardindan otele kendimi zor attim :) Ve deliksiz bir uyku cektim.


Ertesi gun Stockholm'deki son gunumdu. Daha once uzaktan gordugum Nobel odullerinin verildigi City Hall'a gittim. Gayet mutevazi bir yer. Sonrasinda ise Eski Sehir taraflarinda biraz dolastiktan sonra Drottningatan Caddesi (aliveris mekani) ve civarinda dukkan gezdim. Isvec'i cok pahali buldum. UK'den bile :)) Ogleden sonra havaalanina dogru yola cikip aksam eve ulasmayi basardim.


Gezmeyi sevdigimi soylemis miydim? :)

DEVAMINI OKU

2 Şubat 2010

Isvec-1

Kojo ile gitmeyi planladigimiz ama son dakikada is icin kojonun Londra'da kalmasi gerektiginden tek basima gittigim Isvec gezisi Ocak ayi bitmeden yaptigim gezi oldu.
Aslinda Isvec icin yazacak cok fazla sey var, cok fazla ayrinti ve hikaye. Ancak bunlarin bir kismini paylasabilecegim. Gezi boyunca kisa kisa notlar aldim kendime, onlari unutmadan buraya almak istiyorum:
Stockholm... Iskandinavya'nin baskenti... Derinligi 52 metreyi gecmeyen Baltik Denizi'nin ev sahibi... Nobel odullerinin verildigi yer... Cografi konum itibariyle Turkiye'ye epey uzakta kalan ve gozden irak olan gonulden de irak seklinde nitelendirilebilecek Kuzey Avrupa sehri... Binlerce kucuk adadan olusan Isvec'te insanlar rahatlikla ada sahibi olup uzerine istedikleri gibi ev yaptirip oturabiliyorlar. Hem de bu akim 1907'deki buharli geminin gelmesiyle birlikte baslamis ve giderek artmis...

Stockholm'e geldigimde kar yeni kesilmis, her yer bembeyaz bir haldeydi. Sanki bembeyaz bir ruya gibi. Cogu yerler hala el degmemis, ayak basmamis oldugundan bembeyaz bir hali gibi serilmisti karlar dort bir tarafa. Agaclar karla kapli, park edilmis arabalarin ustu karlarla ortulu, bisikletler, disarida kalmis ne varsa uzeri yaklasik 30 cm karla kapliydi. Karin alti ise tamamen buz tabi. Adim attiginizda aslinda buzun ustunde yurudugunuzu fark ediyorsunuz. Ama kim ne derse desin, buranin kari baska yahu! Isil isil, bembeyaz (sehir merkezinde bile!), ve tok bir kar buradaki. Anlatildigina gore, 1974'ten beri yasanan en soguk kismis, normalde daha iliman ve yesil kislar gecermis buralarda. Boylesini yerli gencler bile ilk defa goruyorlarmis. Bunu ogrenince dogru bir zamanda geldigimi anlayip mutlu oldum bir kez daha! Zaten kafamdaki Iskandinavya imaji hep kar ve beyazlar icindeydi. Ucakta pilot havanin eksi onyedi derece oldugunu soylediginde "yok artik" demisti herkes ama dogruymus!!!
Ilk gun cevre adalara bot turu alip sonrasinda sehrin eski yerlesim bolgesini dolastim. Archipelago adi verilen bu cevre adalara gitmek icin once limani buldum, sonra da turu yapan gemiyi. Bu havada pek fazla tur yapilmadigini soylememe gerek yok herhalde. Turu aldigim teknedekiler de buz nedeniyle nereye kadar gidebileceklerini bilmediklerini soylediler. Boylece heyecanli bir maceraya atilmis oldum :) Gemideyken aldigim notlari aynen aktariyorum:
Hic yasamadigim bir deneyim yasiyorum. Buzlarla dolu bir denizde gidiyorum. Gemi buzlari kirarken hoplayip zipliyor, bir de devamli bir ses cikiyor dogal olarak buzlar kirilirken. Buz kalinligi 3 cm olarak basladi ama aciklarda yer yer 20-30 cm yi buldu. Buzlarin buyuklugu de giderek artti. Sabah sehir merkezinden yuruyerek bot turlarinin alindigi limani buldum. Liman tamamen buzdu, gemiler bembeyaz, deniz bembeyaz... Bir de bir kis gunesi var ki, inanilmaz. Psikolojik olarak isitti beni, fiziksel olarak pek bir etkisi olmasa da! Liman boyunca yurudum, Nobel Parki'na ve Vasa Muzesi'nin oldugu adaya baglanan kopruye kadar. Saat 12'ye dogru geri dondum, Archipelago Turu alacagim Vauxholm III gemisinin onune. Saat tam 12'de yuzlerce adaya dogru yola ciktik. Once buzlarimizi cozdurmek icin bir muddet yerimizden kipirdamadik. O sirada rehberimiz anlatmaya basladi ve bu anlatim esliginde buzlu suyun icinden gordugumuz yerleri tanimaya basladik. Stockholm'un her yerinden denize girilebildigini ogrendim, ne kadar sanslilar (gerci yilda kac gun giriyorlardir o ayri konu ama insanin evinin onunden denize girebilmesi cok guzel!). Bir de her yerde balik tutmak serbestmis, bir dahakine olta takimimi da getiricem unutmazsam :P
Kafami kaldirdigimda gordugum manzara su: Buzlu bir limonatayi andiran deniz, beyazlara burunmus genelde ormanlarla kapli kara, sahile yerlesmis mustakil ve cok katli yazlik evler, evlerin bazilarinin onunde ozel kucuk marina, mavi bir gokyuzu ve resmi tamamlayan sapsari bir gunes. Inanilmaz bir tablo, insan bakmaya doyamiyor!
Bu kadar sogukta hic olmamis bir sey olmus buralarda son gunlerde; soyu tukenmekte olan beyaz deniz kartallari gorunmus Stockholm'de. Yerli halk sevinc icinde!
Ust katta oturuyorum genelde. Uzun sure disari guverteye cikmaya cesaret edemeden. Bir ara dayanamayip fotograf cekmeye cikiyorum ama nasil kaygna yerler! Ruzgar da carpiyor bir yandan! Birkac fotograf cekip kalkmisken tuvalete de gideyim diyorum ve asagi iniyorum. Asagida restoran var, cok kalabalik. Sol tarafta bir de ozel oda var, ozel rezervasyonla ayriliyormus, kalabalik bir grup vardi orada da. Alt katta geminin altindaki buzlari daha iyi hissediyorum. Gemi hareket ettikce altta taki tukur eden buzlari dinliyorum bir sure. Manzara inanilmaz guzel...Gordugum adalara sanki yuruyerek gidebilecekmisim gibi bir iluzyona kapiliyorum. Oylesine buz ki her yer, denizin suyu gorunmuyor :) Su satirlari yazarken arada kafami kaldirip harika manzarayi gordukce sukrediyorum tekrar tekrar... Buzlu limonata ve vanilyali dondurma, uzerinde de antep fistigi ve hindistan cevizi serpilmis bir halde sanki :)
      Limana dondugumuzde buz kalmamisti denizde, demek ki gunes cok da yalanci degilmis :) Geminin sakin ve puruzsuz bir sekilde gitmeye baslamasina alismam zaman aliyor, sanki cok garip birseymis gibi :)
Alman nufusu cokmus Isvec'te. Kendi kiliseleri ve bir ara kendi baskanlari bile varmis burada. Isveclilerin 2. dili Almanca, 3. dili Ingilizceymis. Bir de Isvec ve Norvec dillerinin birbirine cok benzedigini ama Finlilerin dilinin cok farkli oldugunu ogrendim. Fincenin kokeni Macarcadan geliyormus ve tamamen farkliymis bunlarinkine. Bizim tur rehberi 6-7 dili cok rahat konusabiliyordu!
Turdan sonra eski sehir taraflarina gidip dolastim. Kale, Nobel Muzesi, Katedral, turistik caddeleri gezdim. Hava aksama dogru iyice sogudugundan erkenden otele dondum ve sicak cikolatami ictim sicak kosemde...

Not: Fotograflar artistik manada cekilmemistir, sadece anisi kalsin diye parmaklar donmadan ne cekilebiliyorsa o cabuklukta cekilmistir :)
Not2: Icinde benim oldugum fotograflarin hepsinde guldugumu dusunmustum ama dudaklarimin ucu ancak bir milim kadar hareket edebilmis, cok cool fotolarim var cooook haha :))
DEVAMINI OKU

SOSYAL AĞLAR


İZLEYENLER

Blog Arşivi

HER GÜN MUTLAKA

NE ARADINIZ, YARDIMCI OLALIM?

Kişisel Blog

Copyright © Benden ve Bizden | Powered by Blogger
Design by Lizard Themes | Blogger Theme by Lasantha - PremiumBloggerTemplates.com