Bu yazımda gitmek istediğimi söylediğim Plitvice Gölleri Milli Parkına gittiğimi mutulukla paylaşıyorum :)
Hava kapalı idi ancak gezinin sonuna kadar yağmur yağmadı. Milli Park'tan ayrılıp otobüs beklemeye anayola çıktığımızda atıştırdı biraz, o da çok değildi. Fotoğraf makinemi boynuma astım, çapraz çantamın içinde cüzdan, cep telefonu ve önemli birkaç eşyam vardı. Bir sırt çantası aldık yanımıza. İçine Bambino için yedek kıyafet, bebek bezi, beslenme çantası, su, kendimiz için atıştırmalıklar, şemsiye, birkaç fular (emzirmek için ve rüzgardan korunmak için kullanmak üzere) koydum. Anneannemizin de yine çapraz asılan çantası ve fotoğraf makinesi elindeydi.
Otobüsle Plitvice yaklaşık 2,5 saat sürdü. Yol boyu yemyeşildi her yer. Ağaçlar, tarlalar, dağlar nereye baksanız yeşilin bir tonu. Bambino bir saat kadar kucağımda uyudu. Otobüsten indiğimizde enerjik ve geziye hazırdı :)
1949 yılında kurulan Plitvice Gölleri Milli Parkı Hırvatistan'ın Lika Blögesinde yer alıyor. Bu milli park 1979'da UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine alınmış. Bölge Alp Dağlarının bir bölümü ile çevrili. 16 adet mavi-yeşil gölden oluşan Plitvice Gölleri doğal bir şekilde birbirlerinden ayrılmışlar. Şelaleler gölleri birbirine bağlıyor. En yüksek şelale 70 metre yüksekliğindeki Veliki Slap. Parkın en yüksek yeri 1280 metre, en alçak yeri 380 metre yükseklikte. Yüzmek yasak. Parkta yaşayan bitki ve hayvanlar ve diğer bilgiler için şu adresi tıklayınız:
http://www.np-plitvicka-jezera.hr/en/
Parkı gezmek her mevsimde ayrı bir güzelmiş. Bizim gittiğimiz Nisan ve Mayıs aylarında su seviyesi çok artıyormuş. Ancak Temmuz ve Ağustos aylarında ise çok kalabalık oluyormuş, istenildiği gibi rahatça gezmek ya da fotoğraf çekmek zormuş. Kışın ise şelaleler donuyor ve manzara bambaşka güzelleşiyormuş. Karar sizin :)
Parkın iki girişi var. Kışın bir kapalı oluyor. Biz ikinci girişten başladık. Milli Parkın girişindeki tabelada (foto çekmemişim) birkaç tane parkur tanımlanıyor. Göller bölgesi çok geniş ve vakit kısıtlı olduğu için herkes kendine göre bir parkur seçip o rotayı takip ediyor. Bazı rotalar 2-3 saatlik, bazıları 4-5, bazıları da 6-7 saatlik. Hemen hepsinde bot gezisi, otobüs gezisi ve bol bol yürüyüş var. Biz 3-4 saatlik bir rotayı seçtik. Bu rotada önce botla geziliyor. Sonra bot sizi bir yere bırakıyor ve bu noktadan sonra 1-2 saat yürüyorsunuz. Sonrasında otobüse binip başlangıç noktasına geliyorsunuz.
Grubun Bambino, annesi ve anneannesinden oluşan kısmı otobüs bölümüne gelmeden botla geri döndü varış noktasına. Kalanlar turu tamamladılar. Neden mi döndük? İki nedeni var:
Birincisi, yürüyüş yolu göl ve şelalelerin dibinde incecik bir patikadan oluşuyor. Bazı yerlerde göllerin üzerindeki ince yollardan karşıya geçiyorsunuz. Yani gölün üstünde, sağınız solunuz göl ve şelale olmak üzere incecik tahta bir yoldan yürüyüp geçiyorsunuz. Gerçekten muhteşem bir deneyim. Ancak Bambino gibi hareketli, pusete oturmayı istemeyen, üstüne üstlük suyla oynamayı çok sevdiği için göl ve şelaleleri görür görmez içine doğru koşan bir bebekle bu patikalardan geçmek oldukça heyecan verici! Suya girmek istemediği anlarda kenardaki taşları alıp suya atmak istiyordu bizimki. Tabi kendine müdahale edilmesine asla izin vermiyordu. Kendi yürümek istiyordu ve patikaların kenarlarında korkuluk sadece bir yerde mevcuttu. O da birkaç metre sonra bitiyordu. Hal böyle olunca devam etmek oldukça riskliydi bizim için.
İkinci neden ise, gittiğimiz en son noktadan devam etseydik bizi büyük bir tepe bekliyordu. Eğimli ve dar bir patikadan tırmanmamız gereken bu tepeyi biz tırmanırdık belki ama yanımıza aldığımız puseti taşımakta oldukça zorlanmaya başlamıştık. Patikalar engebeli ve bir puseti sürmek için bile bazen dardı. Bir ara anneme "İki çocuk gezidiriyoruz, biri Bambino, diğeri puset" dediğimi hatırlıyorum :) Ve ikincisi birincisinden daha zordu :P
Bu nedenlerden dolayı gölün üzerinden karşıya geçip sonra tekrar karşıya geçerek geldiğimiz yolu geri döndük. İyi ki de öyle yapmışız. Grubun diğer elemanları tepeye çıkana kadar kan ter içinde kaldıklarını, bizim geri dönmekle akıllıca davrandığımız söylediler. Bu noktada itiraf ediyorum: Eskiden olsa (çocuğum olmasa) hırs yapıp o tepeye kesin çıkardım. Çıkamaz isem günlerce kafaya takardım. Ama çocuktan sonraki ben, diğer konularda olduğu gibi bu konuda da evrim geçirdi. İçimde en ufak bir merak, pişmanlık ya da hırs yok. Zerresi bile! Dönüş yolunda Bambinoyu slinge koyup uyuttum, o uyurken yavaş yavaş, sindire sindire yürüdük. Molalar verdik, derin nefesler alıp tertemiz havayı içimize çektik. Bir yarışta değildik ki parkuru bitirmeye uğraşalım. Anın, var olmanın, tabiatın tadını çıkarmaktı önemli olan. Bunu da hakkıyla yaptık. Bambino uyanınca botu beklediğimiz yerdeki büyük çayırların üzerinde oyun oynadık, hediyelik eşya dükkanına girdik, bir şeyler atıştırdık, diğer insanlarla sosyalleştik.
Gidin, gezin, görün, yaşayın! :)
süperr olmuş yazı. gitmiş kadar oldum vallahi.gerçekten de tabiatın ve var olmanın tadını çıkarmışsınız:) ne iyi etmişsiniz de gitmişsiniz..
YanıtlaSilZeren, çok teşekkürler. Siz de gidin, ben gazı veriyorum buradan :)
YanıtlaSilElinize sağlık güzel bir yazı olmuş. Hırvatistan ve Plitvice hakkında başkaca kaynak arayanlar: https://berkdicle.blogspot.com.tr/p/hirvatistan-zagreb-hvar-adasi-brac.html
YanıtlaSilYani Berk Dicle blogspot adresini de deneyebilirler.