Bellinzona'dan ayrılıp Lugano'ya doğru yola devam ediyoruz.
İtalyan bölgesindeki son durağımız burası.
Lugano ile İtalya'daki Como Gölü arası yarım saatlik mesafe ama Lugano'dan sonra Como'yu görmenin hiç çekici gelmeyeceğini öğrenince Como'yu gezi planından çıkartıyorum. Zaten Luzern'den sonra hiçbir göl bizi kesmiyor :P
Lugano'ya akşama doğru varıyoruz.
Hepimiz yorulduk, arabayı park edip Lugano Gölü'nün kenarına iniyoruz.
Pazar günü akşam saatleri, şehir oldukça sakin.
Gölün kenarında bir park bulup dinleniyoruz.
Gezeceğimiz yerleri yazan notlarımızı arabada brakmışız. Birimizin gidip alması lazım.
Ama karşımızda harika bir manzara var ki kimse manzarayı bırakıp gitmek istemiyor :)
Biz de aklımızda kaldığınca takılıyoruz :)
Oturduğumuz park gezilecek yerlerden biriymiş zaten :) Adı Parco Civico. Yerli halk, buraya “Parco Ciani”
ismini veriyormuş. Parkın ilk kuruluş yılları, 1845 yılına kadar uzanıyor.
Parkta aristokrat Ciani kardeşler tarafından ilk çalışmalar yapılmış ve nadir
bitkiler, ağaçlar ve bazı ünlü sanatçıların heykelleri yerleştirilmiş. Burada
rengarenk çiçekler var. Parkta, ayrıca bir de müze bulunuyor: Güzel
Sanatlar Müzesi. Bu müzede, geçici sergiler düzenleniyor.
Birbirine sarılmış ağaç gövdeleri :) |
Lugano'da dikkat çeken diğer noktalar:
Şehrin ana
meydanı olan Piazza Della Riforma bölgesinde, buradaki kafelerin masaları
yerleştirilmiştir. Burada oturup, tüm yorgunluğunuzu giderebilirsiniz.
Meydandan, tarihi kent merkezine doğru olan üstü kapalı alışveriş caddesinde:
birçok butik var. Via Nassa’nın güney ucunda ise bir kilise var.
Meleklerin
Meryem’i Kilisesi: Burası, göl
manzarası eşliğinde kurulu bulunan, Meleklerin Meryemi kilisesidir. Bu kilise
muhteşem fresklerle süslenmiştir. En ünlü fresk dizisi: 16.yüzyıl başlarında,
ünlü sanatçı Leonardo da Vinci’nin öğrencisi Bernardino Luini tarafından
yapılmış olan “İsa’nın Çilesi” dir. Bu sanatçının eserleri bir çoğu,
Leonardo’ya atfedilmiştir.
Lugano
Katedrali: Burada, 1078
yılında bir kilise kurulmuş olup, 1888 yılında katedral olarak kullanılmaya
başlanmıştır. Yapı 1905-1910 yılları arasında, kapsamlı bir yenileme faaliyeti
görmüştür. Yapının ana cephesi beyaz taştan yapılmıştır.
Museo Delle
Kültür: Müzede
sergilenen eserler ve objelerin toplanmasına 1967 yılından itibaren
başlanmıştır. Müzenin bulunduğu, göl kıyısındaki yapı ise 1930-1934 yılları
arasında inşa edilmiştir. Takip eden dönemde arkeologlar, antropologlar, sanat
tarihçileri tarafından yönetilen felsefeciler, dilbilimciler, mısırbilimciler
ve oryantalistler, bu konak evine yerleşmişlerdir. Müzede İsviçreli ve İtalyan
sanatçıların ve koleksiyoncuların eserleri sergileniyor.
Lugano Üniversitesi:
Bir kamu
üniversitesidir. 1996 yılında kurulmuştur. Dört fakültesi bulunmaktadır.
Üniversitede öğrenim gören öğrenci profili 2157 öğrencinin, yarısı civarı
İsviçre ve kalanları, özellikle İtalyadan olmak üzere, diğer ülkelerdendir.
San Savatore Dağı: Şehrin manzarasını etkileyen bir dağ. San Salvatore
dağının yüksekliği 912 metredir. Buraya fünikülerle çıkılıyor. Füniküler,
1890 yılında, buraya getirilmiş. Dağ zirvesinde 360 derece, panaromik
göl manzarasını gözleyebilirsiniz. Gölde tekne turu yapabilirsiniz. Bu tekne
turunda, kıyıdaki köylere yanaşılıyor ve bu köylerden bazıları ziyaret
edilebiliyor.
Lugano'nun güneyinde ise Melide Kasabası var. Burada 100’den fazla ulusal
anıtın küçültülmüş örneklerinin bulunduğu SWİSSMİNİATUR
bulunuyor. Burası; 1959 yılından bu yana ziyaretçi kabul ediyor. Trenlere biniliyor. Trenler, tüneller
ve dağ eteklerinde ilerliyor ve bu ilerleyiş esnasında, muhteşem bir
gösteri sunuluyor.
Akşam vakti gölde yüzen adam |
Parktaki rengarenk çiçekler |
Asıl macerayı, Lugano'dan sonra kalacağımız yeri bulma sırasında yaşıyoruz. Hava kararmış ve ayarladığım ev, Bellinzona'nın bir dağ kasabasında. Bir yere kadar otobandan sürüp sonrasında ışığı olmayan tali bir yolda devam ediyoruz. Hepimiz yorulduk ve bir an önce eve ulaşmak istiyoruz. Kasabayı geç bir saatte buluyoruz ve evin olduğu sokağı görünce arabayı park edip sevinç çığlıkları atarak arabadan iniyoruz. Geldik sanıp sokak tabellasının altındaki eve doğru ilerliyoruz. Hatta nasılsa geldik diye gayet dağılmış vaziyetteyiz. Tam kapının önündeyken birimiz uyanıyor ve "Bu evin adı değil ki, sokağın adı, evin adı başka, bu ev değil!" diyerek son anda tanımadığımız bir eve dalmaktan kurtarıyor hepimizi. Kahkahalar atarak kelle paça arabaya geri biniyoruz. Bir yandan da gelememiş olmanın stresi var üzerimizde. Çünkü sokak bir yerde bitiyor ve tabelalar yok oluyor. En iyisi ev sahibini aramak diyip telefon ediyoruz ve yolu öğrenip eve varıyoruz, bir 10 dk içinde. Ama o halimiz gerçekten komikti. Yanlışlıkla tanımadığımız birilerinin evine dalıveriyorduk neredeyse :))
Kaldığımız ev öyle rahat öyle güzeldi ki. Hamam gibi sıcaktı evlerin içi. Bir iç mimarın dekore edip turizme açtığı evler tamamen orijinal halleriyle korunmuş. Anadolu evlerinin daha konforlu (Kaloriferli ve şömineli) halini düşünün, aynen öyle. O saatten sonra bir de yemek yapıp yiyoruz ama keyfimiz ve enerjimiz yerinde :)
Rüya gibi her şey...
YanıtlaSilKaldığınız evi merak ettirdin. Yorgunluktan fotoğraf çekmeyi unutmuşsun sanırım :)
Evin fotoğrafları başka bir yerdeymiş, sonradan çıktı ortaya.
SilO nedenle arada kaynadı :)