Üzerinde çokça yazılan ve konuşulan Rezonans (Titreşim) Kanunu hakkında uzun fakat açıklayıcı bir yazı paylaşmak istiyorum. Keyifli okumalar :)
*******
Düşünce gücümüzle maddeye etki edebilir miyiz?
Kim olmayı istiyorsun?
İsteklerimizi hangi yolla yayıyoruz?
ideal partneri yaşamımıza çekmemizi sağlayan en uygun rezonans alanını nasıl oluştururuz?
Rezonans alanın yazılı ve görsel izlenimlere nasıl tepki verir?
Kim olmayı istiyorsun?
İsteklerimizi hangi yolla yayıyoruz?
ideal partneri yaşamımıza çekmemizi sağlayan en uygun rezonans alanını nasıl oluştururuz?
Rezonans alanın yazılı ve görsel izlenimlere nasıl tepki verir?
Eğer istediğimiz sonuçları elde etmeye çalışıyorsak; düşüncelerimizi,
duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız.
Çünkü hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı
oluşturur ve biz isteklerimizi yönetebiliriz.
Belki de şu anda imkansız olduğunu düşündüğün şey, işte bu sınırsız
olanakların imkansız olmadığı fikridir. Öyleyse bu senin şahsi
kanaatindir. Bunun doğru ya da yanlış; iyi ya da kötü bir tarafı yok. Bu
senin, kendi kanaatindir ve yaşamın da bu doğrultu da ilerleyip
gelişecektir.
Ama ya hayat görüşün ve inandıkların yanlış bilgi ve olgulara dayanıyorsa?
En yeni bilimsel araştırmalar, duygu, düşünce ve inançlarımız sayesinde
olduğumuzu, hiçbir şüpheye yer bırakmazsızın ispatlıyor. Zira
duygularımızla desteklenmiş ve kaydedilmiş inançlarımız muazzam bir
rezonans alanı oluşturuyor. Ve bu rezonans alanındaki titreşimlerle uyum
içinde olan her şey, evet dünya üzerindeki her şey, bu titreşime ayak
uydurmak durumunda kalıyor.
Demek ki asıl soru şu: Sen şu anda hangi rezonans alanını oluşturuyorsun? Ve bu soruyla kendimizi konunun tam ortasında buluyoruz.
Rezonans Nedir?
Resonantia = Akis
Rezonans = Eko, yankı, titreşim
Rezonans Kanunu, evrendeki her şeyin birbirleriyle titreşimler aracılığı
ile nasıl iletişim halinde olduğunu anlamamızı sağlar. Vücudumuzun her
bir organı ve hücresi de dahil olmak üzere dünyadaki bütün nesnelerin ve
canlıların kendilerine has bir titreşimleri vardır. Bu, madde içinde
böyledir. Maddenin titreşim enerjisini incelediğimizde farklı objelerin
genellikle farklı frekanslarda titreştiğini görürüz. Bazıları da aynı ya
da benzer frekansta titreşir.
Bunu piyanodan da biliriz; piyanonun herhangi bir tuşuna bastığımız
zaman, bu tuşla uyumlu olan diğer bütün teller de titremeye başlar.
Notaların daha pes ya da tiz olması, hiç önemli değildir. Uygun
frekansta olmaları onların titreşime geçmeleri için yeterlidir.
Diğer insanlar, nesneler veya olaylar, eğer bizimle aynı frekansta
iseler, içimizde oluşturduğumuz titreşim alanına karşı koyamazlar. Bizim
titreşimlerimize tepkisiz kalmaları mümkün değildir. Nasıl ki piyanonun
basılan tuşuyla aynı frekanstaki diğer teller bu tuşun hareket ile
titreşmek durumunda kalıyor ise, bizimle aynı frekanstaki insanların,
nesnelerin ve olayların da bizim titreşimlerimize katılmaktan başka
seçeneği yoktur.
Peki ama diğer varlıkların bizim enerjimizle titreşime geçmesi bize ne
yarar sağlar? Burada, Rezonans Kanununun şu temel kuralı devreye
giriyor: BENZERLER BİRBİRİNİ ÇEKERLER.
Bizim titreşimlerimizle uyumlu olan her şey, karşı koymaksızın bizim
hayatımıza çekilecektir. Bu, bizim için her zaman olumlu bir şey
anlamına gelmez. Mesela titreşim bazen maddeyi tahrip edecek kadar
kuvvetli olabilir. Bir opera sanatçısı sadece sesinin gücü ile bir
bardağı çatlatabilir. Burada yaptığı şey enerjiyi boşluktan bardağa
iletmektir. Eğer bardağa iletilen enerji bardakla aynı titreşime
sahipse, yani bardağın moleküler yapısı ile aynı frekanstaysa, basınç
bardağı çatlatacak kadar büyük olabilir.
Biz bir bardak gibi çatlamayız tabii ki. Ama içimizdeki “negatif
titreşim enerjisi” olarak adlandırdığımız şey; bizde hoşlanmadığımız,
huzursuzluk verici hislerin uyanmasına, hatta belki sarsıcı olayların
yaşamımıza çekilmesine sebep olabilir.
İşte bu yüzden, nasıl bir titreşim içinde olduğumuzun, bilerek veya
bilmeyerek hangi rezonans alanını oluşturduğumuzun farkına varmak, bizim
için çok mühimdir.
İsteklerimizi Hangi Yolla Yayıyoruz?
“Ön yargıları yıkma, atomu parçalamaktan daha zordur” Albert Einstein
Kalp, ezelden beri sevginin en kuvvetli sembolü ve duygularımızın
merkezi olarak kabul edilirdi. Ama sonra tıp ve modern bilim ortaya
çıktı ve bize, kalbin sadece vücudumuzda kanın dolaşımını sağlayan bir
pompa olduğunu yutturmaya çalıştı. Biz “normal insanlar” ise, elimizde
halihazırda bunun aksini kanıtlayacak herhangi bir delilimiz olmamasına
rağmen, kalbimizin duygularımızın merkezi olduğu inancımızı asla
kaybetmedik. 1993 yılında duyguların insan vücudu üzerindeki hakimiyeti
hakkında bir araştırma yapılmak istenmiş ve bunun için duygularımızın
oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen bölgeye, yani kalbimize
odaklanılmış. Oldukça çabuk, daha araştırmaların başında herkesi hayrete
düşüren bir şey tespit edildi ve bu buluşun neden daha önce
yapılmadığının şaşkınlığı yaşandı. Bu nefes kesici buluş; kalbin muazzam
büyük bir enerji alanıyla çevrili oluşuydu. Burada bahsedilen alanının
çapı yaklaşık iki buçuk metredir.
Bir düşünün, kalbimiz beynimizin oluşturduğundan çok daha büyük bir
enerji alanı oluşturuyor. Bilim şimdiye kadar beynin, sahip olduğu
elektromanyetik nabızlarla en büyük yayın alanına sahip olduğunu
varsayıyordu. Ama şimdi bundan çok daha büyük bir enerji alanı bulundu,
insan vücudundan dışarı uzanacak kadar kuvvetli bir enerji. Böylece ilk
şaşkınlık atılmasıyla birlikte, akıllara kalbimizin etrafındaki bu
enerji alanın nasıl bir görevi olduğu sorusu geldi. Geldiğimiz noktada
ulaştığımız bilgiler şaşırtıcı olduğu kadar önemlidir de.
Kalbimiz tarafından oluşturulan elektromanyetik alan vücudumuzdaki
organlarla iletişim halindedir. Hatta beyin ve kalbin arasında bir
bağlantının bulunduğu ve bu bağlantıyla kalbin beyne hangi hormonları,
endorfini ya da diğer kimyasalları salgılaması gerektiğini bildirdiği
kanıtlanabildi.
Beynimiz bağımsız hareket etmiyor, aktiviteleri için gerekli sinyalleri kalbimizden alıyor.
Hepsi bu kadar da değil! bilim adamları araştırmalarında kalbimizden
yayılan bu elektromanyetik alanın sadece duygularımız tarafından
oluşturulmadığını ve gücünü diğer önemli bir kaynaktan,
kanaatlerimizden; yani derin bir inançla bağlandığımız ve hayatımıza
doğrultusunda yön verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular. Bütün
duygu ve düşüncelerimiz kalbimizin enerjisinde bilgi olarak bulunmakta
ve vücudumuzdan yayılan en kuvvetli sinyal olarak sadece beynimize ve
organlarımıza değil, aynı zamanda dünyanın derinliklerine doğru
taşınmaktadır. Bu ezeli gerçeğin yansımalarını “kendini derin bir
inançla savunmak” “bir şeyi kalpten istemek” ve tabii “kalbinin sesini
dinlemek” gibi bazı deyimlerimizde görmek mümkündür.
Kalbimiz, inanç ve duygularımızı elektromanyetik titreşimlere ve
dalgalara dönüştüren bir tür aracı olarak hizmet eder. Ve bu
elektromanyetik dalgalar vücudumuzla sınırlı kalmaz, bütün çevremize
uzanır, bizi kuşatan her şeyle iletişim halindedir. Kalbimiz, bütün
inançlarımızı, geleceğe yönelik düşlerimizi ve duygularımızı başka bir
dile, titreşimlerin ve dalgaların kodlanmış diline çevirir ve bunları
evrene gönderir.
İnançlarımız kalbimizin yaydığı elektromanyetik dalgalar sayesinde
fiziksel dünyayla etki alışverişinde bulunur. Yayılan bu enerjinin ne
denli büyük olduğunu HeartMath Enstitüsü’nün yaptığı araştırmalar gözler
önüne seriyor:
- Kalbin elektrik akımı (EKG), beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha kuvvetlidir.
- Kalbin manyetik alanı ise beyninkinden beş bin kez daha kuvvetlidir.
Demek ki kalbimizle, beynimizle yaydığımızdan çok daha fazla enerji
yayıyoruz. Peki bunu bilmek, bizim için neden bu kadar önemli? Çok
basit, çünkü bu sayede, bazı dileklerimiz hemen gerçekleşirken,
bazılarının gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen neden bir türlü tezahür
etmediğini anlıyoruz.
İsteğimizin gerçekleşeceğine gerçekten inanmadan olumlama (imgeleme)
yaparsak ya da bir şeylerin hayalini kurarsak, sadece beynimiz
elektromanyetik dalgalar yayarken, duygularımızın gerçek merkezi olan
kalbimiz beş bin kat daha büyük bir kuvvetle, genellikle tereddüt ve
korku olan asıl inancımızı dünyaya yayar. Bunun sonucu apaçık ortadadır;
hayatımızda sadece kalbimizin derinliklerinde gerçekleşeceğine
inandığımız şey gerçekleşecektir.
İnançlarımızı duygularımızla desteklediğimiz zaman yaydığımız enerji çok
daha büyük olur. Ama üzgün, depresif ya da bitkinsek, istediğimiz şeyi
dileyebiliriz, bu durumda kalbimizden yaydığımız hüzünlü duygular,
mantığımızdan gelen isteklerden her zaman daha güçlü olacaktır.
Peygamberle, günümüzün ve geçmişin dünyaca ünlü alimleri ve bilgeleri
ısrarla “Kalp gözüyle görmeyi” öğrenmemizi söylerler.
Kalbimizle Dünyayı Değiştirebiliriz
Tüm bu anlatılanlar, sahip olduğumuz inançların evrene yollandığı ve
Rezonans Kanununun esaslarına göre evrende kendileriyle aynı
titreşimdeki enerjileri aradığı anlamına gelir.
Benzerler birbirini çeker. Bizim enerjimizle rezonans içinde olan her
şey hayatımızda tahakkuk edecektir. Sözün özü; inandığımız her şey
yaşamımızda gerçekleşecektir.
Bu nedenle, isterken dikkat edilmesi gereken en önemli noktalar:
- Ne dilersen dile, bunu mantık seviyesinden kalp seviyesine taşı,
- İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için, bunun mümkün olduğuna kesinlikle inanmalıyız.
- İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için önce kendimizi mutlu bir ruh haline sokmalıyız.
Öncelikle bilincimizi hedefimize yönlendirmeliyiz ki, hayatımızda
gerçekleştirmek istediğimiz şeylerle etkileşime geçebilelim. Hayatımızda
sadece derinden inandığımız şeyler gerçekleşebilir. Bu en başta kendi
hakkımızdaki düşüncemiz için geçerlidir. Kendimizle ilgili görüşlerimiz
yaşayacaklarımızı belirler. Tabii ki bu, bir şeyleri harekete
geçirebilmek için gerekli olan güç ve kudrete sahip olabilmek için, bu
kudretin bize dışarıdan verilmediğini, içimizden husule geldiğini
anlamamız gerektiği anlamına da geliyor. Demek ki dış dünya, her zaman
bizim iç alemimizi yansıtır.
İnançlarımız Dış Alemimizi Değiştirmeyi Nasıl Başarıyor?
Son yıllarda modern bilimin tespitlerinde köklü değişiklikler oldu.
Değişim 1995 yılında Rus Bilim Akademisi’nde Vladimir Poponin ve Peter
Gariaev yönetimindeki araştırmalarla başladı. Bu iki bilim adamının
deneylerinin sonuçları o kadar hayret vericiydi ki, bu deneyler
Amerika’da tekrar edildi ve sonuçta orada kamuoyuna duyuruldu.
Vladimir Poponin ve Peter Gariaev, “foton” adı verilen ışık parçacıkları
vasıtasıyla DNA’nın tutumunu incelemek istiyorlardı. Bu test serisinde
vakum oluşturmak için bir borunun içindeki tüm havayı aldılar. Artık
vakumda bile kesin bir hiçlik olmadığı biliniyor. Her mekanda özel
aletlerle oldukça isabetli ölçülebilen fotonlar (ışık enerjisi) kalıyor.
Böylece fotonlar borunun vakumunda oldukça düzensiz bir şekilde
dağıldı.
Bir sonraki adımda boruya insan DNA’sı verildi. Ve o anda çok şaşırtıcı
birşey oldu. Parçacıklar DNA’nın varlığında daha farklı sıralandı. DNA,
fotonlara direkt olarak etki ediyordu. Sanki görünmez bir güçle,
fotonları, boruda düzenli bir şekilde sıralamıştı. Artık bu deneyde
kesinleşen şey şuydu; İnsanın DNA’sı, fiziksel dünyaya direkt etki ediyor.
Klasik fizikte, daha önce böyle bir şey gözlemlenmemişti. Dahası, klasik
fiziğin alışılagelmiş mantığında, böyle bir şeye yer yoktu. Yani
fotonlar insanların açıklayamadığı bir tutum sergiliyordu. Aslında bu
yeteri kadar heyecan vericiydi, ama daha sonra olanlar tartışmasız bir
devrim niteliğindeydi…Bilim adamları, DNA’yı borudan aldıkları zaman,
fotonların düzenli sıralarını bozup dağınık hallerine geri döneceklerini
düşünmüştü. Ama beklenenin tam tersi oldu! Fotonlar sanki DNA hala
oradaymış gibi düzenli sıralarında kaldı.
Araştırmacılar deneyleri defalarca tekrarladılar, varılan sonuç aynıydı;
fiziksel olarak ayrılsalar bile DNA ve fotonlar arasında hala bir bağ
vardı. Görünüşe göre, kuantum fiziğinin “kuantum alanı” dediği bir alan
aracılığıyla birbirleriyle bağlantılıydılar. Boşluk olarak tabir
ettiğimiz şey aslında hiç de “boş” değildir, bilakis içinde milyarlarca
verilerin dalgalar aracılığı ile hareket ettiği ve yayıldığı bir
alandır.
Bu deney Rezonans Kanununu anlayabilmemiz için oldukça aydınlatıcı
olmuştur. Ayrıca bu enerji alanını ayrıcalıklı kılan ise; tanıdığımız
hiçbir enerji türüne benzememesidir.
Sıkı dokunmuş bir ağ gibi işlediği görülen enerji yüklü bu alan, iç ve dış alemimiz arasında bir nevi köprü görevi görür.
Tıpkı ses dalgalarının, havayı taşıyıcı olarak kullandığı gibi,
yaydığımız inanç ve düşünce gücü de dünyaya taşınabilmek için bir
aracıya ihtiyaç duyar. Burada, kuantum alanı devreye girerek, bu
aracılık görevini üslenir.
Bu enerji alanı, farkında olsak da olmasak da her şeyle ve herkesle bağlantı içinde olmamızı mümkün kılar.
Bu esnada “alıcının” bizden ne kadar uzaklıkta olduğunun hiçbir rolü
yoktur. Bu alıcı yan komşumuz da olabilir, dünyanın öbür ucunda bulunan
bir kişi de olabilir. Oluşturulan ve yayılan rezonans alanı, her zaman
doğru kişiye ulaşır. Böylece istediğimiz hedefimizle aramızda, enerji
yoluyla kesin ve aktif bir bağlantı kurabileceksek eğer, neden en büyük
arzularımızın gerçekleşmesi için daha fazla bekleyelim ki?
Kuantum alanı sayesinde herşeyle ve herkesle hemen bağlantıya
geçebiliriz. Tek yapmamız gereken şey bunun için bir adım atmaktır;
Rezonans Kanunu, her zaman “evet” der.
İnançlarını her zaman doğru çıkarır.
Sana karşı gelmez.
Mesela, hayatının önemsiz olduğuna ve hiçbir anlam taşımadığına mı inanıyorsun, bu inancın, onaylanacaktır.
Gerçek,
büyük bir aşkı hak ettiğine mi inanıyorsun, para, manevi ve maddi
zenginliği hak ettiğine; hayatının derin, her şeyi kuşatan bir anlamı
olduğuna mı inanıyorsun, bu inancın yaşamında gerçekleşecektir.
Neye
inandığın enerjinin umurunda değildir, inancın yüksek ahlaki değerler
taşıyabilir ya da çok kötü bir şey olabilir sana fayda sağlayabilir ya
da hayatını zorlaştırabilir, enerji işin ahlaki kısmıyla ilgilenmez ve
yargılamaz.
Enerji daima senin yaydığın içtekiler doğrultusunda çalışır.
İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış dünyada da karşımıza çıkacaktır.
Dünyada karşılaştığımız her şeyin bir kaynağı vardır ve bu kaynak
düşüncelerimizdedir. Eğer istediğimiz sonuçlara ulaşmak istiyorsak,
düşüncelerimizi kontrol etmeye başlamalıyız, çünkü düşündüğümüz her şey
bir rezonans alanı oluşturur.
Uzun süreli ve sık olarak düşündüğümüz, hissettiğimiz ve söylediğimiz
her şey rezonans alanımızı yoğunlaştırır. Bu yüzden kaybetmek hakkında
her düşünce kaybetmek, kazanmak hakkındaki her inanç da kazanma
ihtimalini kuvvetlendirir. Bu yüzden dış dünyada değiştirmek istediğimiz
her şeyi düşünce gücümüzle değiştirebiliriz.
İçindeki yaratıcılığı hatırla ve onu bilinçli olarak kendi iyiliğin için ve diğer insanların iyiliği için kullan!
Arzularımız gerçekleşmek üzere bizi nasıl bulur?
Artık aydınlık getirmemiz gereken tek nokta, bizimle etkileşime geçen
enerjinin, bizi nasıl bulacağı konusudur. Sonuçta evrende milyarlarca
DNA var ve bunların her biri enerji alışverişinde bulunuyor. Peki, evren
arzularımızı, daha doğrusu arzulananı yolunu şaşırmadan bize nasıl
iletir?
Bir yandan sürekli “yayındayız”. Rezonans alanımızı durmaksızın pozitif
ve negatif düşüncelerimizle programlıyoruz. İstek ve amaçlarımızı
koruduğumuz sürece, korku ve endişelerimiz içinde aynı şey geçerli,
rezonans alanımız bizimle aynı titreşimde olanları bize çeker. Diğer
yandan ise hepimiz “kod” olarak adlandırdığımız genetik bir isme
sahibiz. Kriminal teknik ve babalık testi ile ilintili olarak bu kavramı
daha önce duymuşsunuzdur. Her bir hücrenin DNA’sı da, aynı parmak izi
gibi, eşsizdir. DNA, başkalarıyla karıştırılması mümkün olmayan genetik
bir parmak izi bırakır. İşte bu enerji içinde geçerlidir. DNA’mızın
enerji parmak izi , açık ve net bir adres bırakır. Titreşim o kadar
belirgindir ki, her zaman bizim için en uygun çözümü bulur.
Düşünce Gücümüzle Yeni Bir Gelecek Oluşturabilir Miyiz?
"Zaman
hiç de göründüğü gibi değildir. Sadece bir yöne doğru hareket etmez ve
gelecek, geçmişle aynı zamanda mevcuttur." Albert Einstein
Düşünce gücümüz sayesinde geleceğimizi etkileyebilir miyiz? Kesinlikle
evet! Bunu yapabiliriz, hem de tahmin ettiğimizden daha fazla. Kuantum
fizikçilerinin nefes kesici buluşları hayatımızı her an tamamen
değiştirebileceğimizi ve istediğimiz her şeyi değiştirebileceğimizi,
bize bir kez daha gösterdi.
Bildiğimiz gibi düşünce gücümüzle enerji yaymaktayız. Tabii ki sadece
biz değil, diğer bütün insanlarda aynı şekilde enerji gücü yaymakta.
Aynı titreşimdeki enerjiler birbirlerini çektikleri için tıpkı bizim
diğer insanları ve olayları kendimize çektiğimiz gibi başka insan ve
olayların da bizi çekiyor olması doğaldır. Buradaki tek koşul, iki
enerjinin birbiriyle uyumlu olması yani titreşimlerinin birbirine yakın
olmasıdır.
Bu arada kuantum fiziği, kuantum dalgası denilen şeyin, örneğin; düşünce
ve inançlarımızın, sadece fiziksel olarak yayılmakla kalmayıp zaman
içine de yayıldığını bulmuştur. Yani inançlarımız sadece yer değil,
zaman da değiştiriyorlar (zaman dalgaları). Demek ki “normal kuantum
dalgası” diye adlandırdığımız, geçmişten geleceğe giden kuantum
dalgaları var. Bunun dışında, bir de “birleşik karmaşık dalgalar”
olarak adlandırdığımız gelecekten geçmişe yayılan dalgalar vardır!
Hayret verici değil mi? Ama gerçek. Geleceğe yayılan dalgalar “teklif
dalgası”, geçmişe geri dönen dalgalar ise “eko dalgası” olarak
adlandırılır.
Eğer bu iki dalga karşılaşırsa, yani gelecekten gelen bir eko dalgası,
bizim yolladığımız bir teklif dalgasına rastlarsa, bu durumda dalgalar
birbirlerini modüle ederler ve ikisinin ortak ürünü olarak ortaya “olay
ihtimali” dediğimiz şey çıkar. Kuantum fiziğine göre “bir olayın
gerçekleşmesi ihtimali, geçmişten gelen teklif dalgası ile gelecekten
gelen uygun bir eko dalgasının buluşması sonucu ortaya çıkar”. Bu şu
anlama gelir : “Sadece geçmiş geleceği değil, aynı zamanda gelecek de
geçmişi etkiler”.
Aklımız bunu idrak etmekte biraz zorlanabilir, çünkü şimdiye kadar hep
zamanın geçmişten geleceğe, doğrusal bir biçimde ilerlediğini
düşünmüştük. Şimdiyse bunun tam tersinin de mümkün olması aklımız için
şaşırtıcı. Demek ki : Gelecek dışarıda bir yerlerde, çoktan beri mevcut.
Aksi halde geçmişe, yani bizim şimdiki zamanımıza, dalgalar yollaması
mümkün olmazdı. Senin geleceğin de şu an, şu saniye mevcut. Ama yine de
geleceğinin akışı önceden belirlenmemiş, zira geleceğin çeşitli
mahiyetlerini seçme imkanına sahibiz.
Tabii ki bilincimiz, sadece bir tek zaman algılıyor. Farklı bir şey
tanımıyoruz. Bu şaşılacak bir şey değil, sonuçta duyularımız çok
sınırlı.Bütün ışık yelpazesinin sadece % 8’ini algılayabiliyoruz. Geri
kalan % 92’lik gerçeği, aynı şekilde bizi çevrelemesine rağmen
algılayamıyoruz. Aslında var olduğu halde tamamen yok sayıyoruz.
Ama yine de etrafımızda hiç tanımadığımız diğer enerji titreşim, dalga ve bilgilerle çevrili.
"Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir." Sokrates
Teklif dalgamız tüm geleceğimizi dolaşır. İster bir saniye sonrası,
ister bir ya da on yıl sonraki olaylar olsun, tüm olasılıklar tek tek
kontrol edilir. Bu aşamada kuantum fiziği şu fenomeni keşfetmiştir:
Gelecekteki olay, zaman açısından ne kadar yakındaysa, rezonans da o
kadar nettir. Bu şu anlama gelir; “Gelecekte gözlediğim bir olay zaman
açısından bana ne kadar yakınsa, o olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği
kararı o kadar kesindir.”
Yakın gelecekteki bütün olayları, bugünkü bilincimiz belirler.
İşte bu noktadan sonra “istemek” konusuna varıyoruz. Zira istemek
birçok ihtimalden birini yaşamımıza çekmekten başka bir şey değildir.
- Bir şey istediğimizde, bu doğrultuda bir teklif dalgası yolluyoruz.
- Bu dalga, bir eko dalgasıyla irtibata geçiyor.
- Bir gerçekleşme ihtimali meydana getirebilirsek istediğimizin gerçekleşmesi için en uygun şartları sağlamış oluyoruz.
İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış alemde de karşımıza çıkacaktır.
Zira dış dünya her zaman iç alemimizi yansıtır.
Ancak bilincimizi hedefe yönlendirirsek yaşamımızda sahip olmak istediğimiz şeylerle etkileşime geçebiliriz.
Eğer
istediğimiz sonuçlara istiyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve
inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız, zira
hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur.
Rezonans Kanunu-Pierre Franckh