Son yazımdan bu yana kafamda hep var olan düşünceler ve kaygılar iyice su üzerine çıkıp beni esir almaya başladırlar. Ben ki işyerinden otoparka bile giderken kendimi güvensiz bir ortamda gibi hissediyor, her an bir yerden herhangi bir anlamda şiddet/taciz görecekmişim gibi korkuyorum. Gerçek bu.
- Ülke gündeminden eksik olmayan şiddet/taciz türü kötü haberler bir şekilde algımız etkileyip bunları normalleştiriyor.
- İnsanlar hiç farkında olmadan geçmişlerinden gelen kötü anıların etkisiyle kişilik bozukluğu sergiliyor.
- Toplumu oluşturan bireyler patlamaya hazır birer ayaklı volkan.
- Her anlamda (illa fiziksel olacak değil) şiddet gören bireyler bunu virüs gibi diğerine bulaştırarak yayıyor.
- Geçmişle yüzleşip hesaplaşıp yoluna devam etmeyi seçenler çok çok az. Bu konuda bilinç yok, eğitim yok.
-Devlet politikaları her zaman olduğu gibi altyapısız, günü kurtarma peşinde olduğu için hastalıklı halimiz nesiller boyu devam edip gidiyor.
Bunlar benim kişisel düşüncelerim.
Daha da var da içinizi karartmayayım daha fazla.
Dün Blogcu Anne'nin bir yazısını ve basında yer alan bir haberi okudum. Küçük bir çocuğun kendinden küçük başka bir çocuğa şiddet uygulayabilmesi (bunun için uygun ortamı ve uygun zamanı sağlaması, bunun için bir PLAN yapmış olması) için mutlaka başka birinden şiddet görmüş olması gerekiyor. Çok üzücü. İleride anne baba olacak bu çocuklar büyük ihtimalle çocuklarına da şiddet uygulayacaklar. Belki hiç istemeden. Belki şiddet uyguladıktan sonra pişman olarak ama yine de bunu yapmaktan vazgeç(e)meyerek. Bu bir virüs. Bundan kurtulmak o kadar kolay değil. Bir kere bilinçli bir şekilde durumu kabullenmek ve psikolojik destek alarak geçmişle hesaplaşmak gerekiyor. Ülkemizde bu yönde bir toplumsal politika yok. Bireyler kendi kendilerine bulacaklar bu çözümü. Topluma yayılan bir farkındalık yaratma ve sorun çözme eğilimi olmadığı için de bu virüs nesilden nesile geçip gidiyor. Öfke dolu, şiddet dolu bir toplum olarak yaşamaya devam ediyoruz.
Bu sabah okuduğum biz yazı bütün hislerime tercüman oldu. Aynen buraya alıyorum:
"Uzunca zamandır çocuğun ceza ile “adam” edilemeyeceğini, ceza ile “adam edilmiş” çocuğun ise adam olamayacağını yazıyorum, çiziyorum, anlatıyorum. | |||
Çocuk, ceza ile terbiye olmaz, diyorum. Cezanın yıkıcı tesirinden bahsediyor, ceza alan ceza vermeye başlar, böylece ceza bir süre sonra şiddete dönüşür ve şiddet kısır döngüsü içinde aileniz acı çeker, diyorum. Ama şiddet ruhumuza öylesine sinmiş ki bir bardak suyun içine damlayan bir damla mürekkep gibi, ayrıştırmak neredeyse imkânsız hâle gelmiş. Hâlbuki çocuk, yetişkinden alacağı ceza korkusu ile değil, yetişkine duyduğu “güven” duygusu ile ancak “insan” olabilir. Öğretmen ödevini yapmadı diye bir çocuğu sınıf içinde azarlasa, kolundan tutup dışarı çıkartsa, aşağılasa, belki bir sonraki sefere o çocuk ödevini yapar getirir ama o öğrencinin içinde tuhaf bir şekilde kopan, güven duygusudur. “Kendisine karşı güven duygusu kaybedilmiş bir yetişkin” dünyanın en iyi öğretmeni dahi olsa “insan” yetiştiremez, yetiştirse yetiştirse, belki iyi bir matematikçi, iyi bir mühendis, iyi bir bankacı yetiştirir o kadar. Çocukluk yıllarında güven duygusunu yitiren kişilerin benlik yapıları kaygılı olur. Kaygı ise birçok davranış bozukluğunun temelidir. Anne babasının bu denli üzerinde baskı kurduğu çocuklara bakıyoruz; bazen “kimlik kaygısı” oluşmuş, bazen “sınav kaygısı”… Aslında kaygısızca sınava girse çok daha başarılı olacağı hâlde, sınav sonunda kendisine yönelen bakışlara nasıl karşılık vereceği düşüncesi, bildiği soruları bile yapamamasına sebep oluyor. Unutuyor çocuk… Beyni durmuş gibi hatırlayamıyor kaygıdan… Kaç defa gördüm, sınav günü yaklaştıkça suratı bembeyaz olan, panik atak nöbetleri başlayan, ortaokul-lise öğrencisi olduğu hâlde altını ıslatmaya başlayan çocuklarlar var... Yazık değil mi bir insanı bu hâle sokmaya. Çocuk eğitiminde yöntem bu mu olmalı? Yöntem bu olursa, kendisine şiddet uygulanan çocuk da gider kendi gücü yettiği kişiye şiddet uygular. İşte rakamlar ortada, merak eden gitsin baksın. TÜBİTAK’ın Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi ile yaptığı ortak çalışmada liselerde akran şiddeti yüzde 90. Yani her 10 lise öğrencisinden 9’u okuldaki diğer öğrencilerden şiddet görüyor. Hem de bunların yüzde 20’si cinsel şiddete maruz kaldıklarını ilan etmişler bütün yetkililere. Rastgele bir çalışmadan değil, tam 10 bin öğrenci üzerinde yapılan bilimsel bir çalışmadan bahsediyorum. Biz yanıldık… Eğitimciler yanıldı… Yöneticiler gerçekten çok yanıldı… Çocuk ceza ile yetişmezdi. Ceza ile çocuk yetiştirmek bir gelenek hâline geldi. Başka da bir yöntem bilemez olduk şimdilerde. Mevlana’nın yaşadığı bir ülkede, insanları güven duygusu içinde yetiştirmek yerine, onları “kedi” terbiye eder gibi, sıkıştırarak, ezerek, döverek, ceza vererek terbiye etmeye kalkınca sonuç bu oluyor işte. Mevlana’lar artık yok ortada… Olsa bile önce anne babası kabul etmiyor yumuşak huylu, halim selim çocuğu. “Böyle mıy mıy mıy olursan tabii okulda da dayak yersin, sokakta da!..” diyerek çocuklarını şiddete teşvik ediyor ebeveynler. Evde böylesi şiddet için davet alan, okulda kendisine şiddet uygulanan çocuk, içindeki bu zehri sokaklara kusuyor. İşte bakın, trafikte şiddet… Aile içinde şiddet… Kadına şiddet… Markette şiddet… Siyasette şiddet… Medyada şiddet… Reklamda şiddet… Kendisine ve ailesine onurlu bir yaşam sunmak isteyen ebeveynler ciddi bir karar verip neredeyse toplumsal cinnete dönüşmüş olan şiddet kısır döngüsünden çıkmayı başarmalıdır. Erdemli olmak, kendini ezdirmemekle değil, başkasını ezmemeyi öğrenmekle olur… Ve toplumsal erdemi yakalamak, kendini korumak için saldırganlığın öğretilmesi ile değil, başkalarına güven ve emniyet sunabilecek kadar duyarlı bireylerin yetiştirilmesi ile mümkündür..." |
Toplumsal olarak durumunuza göre yaşadıklarımıza göre hepimizin profesyonel desteğe ihtiyacı var,ama gidişat başta eğitimi alt üst ederek nereye gidiyor bizleri endişelendiriyor.Durupta kimsenin olayın psikolojik yönüne eğildiği yok.Ama hepimiz tuhaflaştık,tepkisiz olduk bazı şeylere.
YanıtlaSilTepkisiz toplum isteniyor, benim çıkardığım sonuç bu. Tek tip olsun, muhalefet olmasın. Tıpkı 100 yıl önceki gibi. Söylemler çok modern, ilerici ama fiiliyatta her şey farklı. Olan bize, çocuklarımıza, torunlarımıza oluyor, olacak. :(
Silkesinlikle katılıyorum
YanıtlaSilbuna benzer bir yazı yamıştım aylar önce okuyunca onu hatırladım..
göz atmak isterseniz;
http://www.enduruyanim.com/2012/03/04/lider-olmak-yazi-dizisi-1/
http://www.enduruyanim.com/2012/03/09/lider-olmak-yazi-dizisi-2/
Çok güzel yazmışsınız. Doğru davranışlarla sadece kendimize ve çocuğumuza değil, torunlarımıza ve onların çocuklarına da fayda sağlayabiliriz.
SilSevgiler :)
aynen bu dediğinizi Doğan Cüceloğlu da söylemişti..diğer nesillere yatırım yapmalıyız diye ;)
YanıtlaSilUmarım gereğini yapabilecek bilinci hiç kaybetmeyiz.
SilBu devirde çocuk büyütmek çok zor gerçekten.
YanıtlaSilEvde dilediğin gibi yetiştirmek nereye kadar?
Günü geldiğinde olumsuzluklarla çevrelenmiş dış dünyaya adım atacak o da...
Mücadele edecek...
Zeugma, yorumun arada kaynamış, şimdi gördüm.
SilBence her zamanın kendine göre bir zorluğu vardı ama sonuçta biz yaşadığımız zamana bakacağız mecburen. Evet, pamuklara sarıp sarmaladığımız, bir dediğini iki etmediğimiz çocuklarımız gün gelecek soğuk ve acımasız ortamlarla tanışacaklar. Mücadeleyi öğrenecek. Benim için önemli olan Bambino o günlere geldiğinde kendini, duygularını bilsin. Ne hissettiğini doğru bir şekilde tanımlasın ve başkalarına anlatabilsin. Kendini tanısın, içindekileri keşfetsin. Fiillerden önce hissiyat var çünkü. Anlatabildim mi bilmiyorum.
Birkaç gün önce yorum bırakmıştım ben bu yazıya ?????????
YanıtlaSil